29 Ağustos 2008 Cuma

Köşe Bucak Beijing (Pekin) - 1

Beijing’de kaldığım 2 gün köşe bucak dolaşmakla geçti. İşte size görülesi bazı yerler.

Çin Seddi: Bir Çin Atasözü dermiş ki ‘Çin Seddini görmeyen yaşam boyu üzüntü duyacaktır.’ Böyle bir risk göze alınamayacağı için, doğal olarak ilk gidilen yerlerden biri oldu. Duvar 6. ve 16. yüzyıllar arası yapılmış, yıkılmış, yıkıldıkça tekrar yapılmış. 6700 km’lik bir korunma duvarının yapılabilmiş olması insan aklını hafiften bulandıran bir durum ama karşımızdaki Çin’liler. Kimi Çinli imparatorların hayal güçleri ve hayallerini gerçeğe dönüştürebilme yetenekleri, uzun Çin tarihinin en okunası bölümleri.

Bugün duvarın büyük bir kısmı tabiki ayakta değil. Bizim gittiğimiz Mutianyu bölümü Beijing’e 1,5 saat kadar uzaklıkta ve insanı rahatsız edecek kadar iyi restore edilmiş durumda. Yüzyıllar boyunca Hun’ların aşmaya çalıştığı duvarın üzerine ise , bugün teleferik gibi son derece basit bir yol ile ulaşabiliyorsunuz. Yeşillikler içinden yapılan kısa teleferik yolculuğu tırmanma ,keşfetme işinin otantikliğini yok etsede, hakkını vermeliyim ki, çok hoş vede kolay bir yol.

Fazla restorasyon sonucu gıcır gıcır olmuş duvarın, beni kendisi değil de, sanki sonsuza gidiyormuş gibi dağlar tepeler boyunca ilerlemesi etkiledi. Sabah erken saatlerde gidilip, vakit varsa üzerinde uzunca bir yürüyüş yapmak kesinlikle keyifli bir deneyim.

Yasak Şehir: Yaklaşık 500 yıl içinde 24 Ming ve Çing Hanedanı imparatorunun yaşadığı, 1000 dönümlük bir alana kurulmuş, 9000 odalı bu saray, Beijing’in mutlaka görülesi yerlerinden biri.

Yasak şehir’e Tiananmen meydanındaki Mao resminin altındaki kapıdan giriş yapabiliyorsunuz. Yasak olana duyulan meraktan mıdır nedir, neredeyse tüm Çin’liler ve turistler burada. Giriş kapısından sonra sizi ilk karşılayan avlulardan biri son derece tanıdık. Bertolucci’nin filmi Son İmparator’da küçük Puyi’nin askerlerinin karşısına çıktığı yer. Puyi’nin sessiz ve düzenli ordusunun aksine, etraftaki turist ordusu son derece düzensiz ve gürültücü. Çin’li rehberlerin megafon kullanma sevdaları sonucu dört bir yandan yükselen mekanik ve cızırtılı Çin’ce durumu tek kelime ile dayanılmaz kılıyor.

Biraz huzur arayıp, hayallere dalmak, detaylarda kaybolmak istiyorsanız, pes etmeden ilerlemeye devam edin. Önünüze çıkan üstün uyum kapısı, cennetsel saflık sarayı, uyumu koruma salonu, dünyevi huzurun sarayı gibi nostaljik isimli her kapıyı, her salonu geçin, sonunda fark edeceksiniz ki, tüm o kalabalık gruplar arkada kalmış. Bir zamanlar Küçük Puyi’nin hizmetkarlarının hızlı hızlı koşuşturduğu kocaman avlularda tek başına kalıvermişsiniz. Geçmişin seslerine, görüntülerine ulaşmak için tek gerekli olan ise tam ortasına kuruluvereceğiniz küçücük bir gölge.

Yasak şehir’deki son dakikalarımı ise dünyanın bir başka harikasını aramakla geçiriyorum. Buralara kadar gelipde, görmeden gitmek olmaz. Batı kapitalizminin, komünist dünyanın bağrına soktuğu hançer mi desem, yoksa Çin’lilerin para kazanma arzularının sınır tanımamazlığının sunağımı desem bilemiyorum ama işte Starbucks karşımda. 2000 yılında açılıp, sonrasında 2007 yılında nihayet aklı başında Çin’lilerde varmış dedirten bir kararla kapatılan Starbucks Coffee, ortama uymuş görüntüsü ile benim ziyaret ettiğim 2004 yılında ayakta. Bir kaç fotoğraf çekip, bu Çin denilen ülkeyi anlamaya çalışıyorum ama olmuyor, bazı şeyler bir türlü yerine oturmuyor.

Son fotoğraf Flickr-Erasmusa’dan. Daha dijital fotoğraf dünyasına girmediğim bir dönemde, ne yazık ki Starbucks’ı doğru dürüst çekip kendi arşivlerime koyamamışım...

19 Ağustos 2008 Salı

Beijing ( Pekin)

Çin’de olimpiyat oyunları tüm rekabeti ve rekorları ile devam eserken, beklendiği gibi Çin’de en parıltılı yönlerini televizyonlar aracılığıyla evlerimize sokmakta. Gösterilen parıltının ne kadarı gerçek, ne kadarı zorla yansıtılma işin o yönünü gazetelerden okuyoruz.

Olimpiyatlar devam ede dursun, ben biraz da Çin’i mavilimon’un gözlerinden aktarmaya çalışayım.

Çin’e gidiş tarihim Mayıs 2004. Güneşli ve sıcak bir gün beklerken, kasvetli ve gri bir hava karşıladı diye başlamışım o sıralar tuttuğum notlara. Kasvetli havanın verdiği sıkıntı ve Beijing’in (Pekin) yarattığı ilk izlenimin hayal kırıklığı beni galiba bu seyahatin sonuna kadar takip etti.

Benim hayalimdeki Beijing dünyanın en eski şehirlerinden biriydi. 3000 yıllık tarihi mirasa sahip ve taa Kubilay Han döneminden beri ülkedeki en etkili kentlerden biri olmuştu. Tamam şimdi 21. yüzyıldaydık ama öylesi bir geçmişin izleri her tarafa bir şekilde sinmiş olmalıydı.

Ama sonunda gördüm ki, benim hayallerimi süsleyen, ve nedense her köşede görmeyi umduğum Çin mimarisinin o güzelim uçuşan çatıları, tüm eskiyi de kanatlarına yükleyip, bir takım garip rüzgarlara kapılıp, hakikaten uçup gitmişti. Yıl 2004’tü. Beijing 2008 olimpiyatlarına hazırlanan kocaman bir şantiye görünümündeydi. Anlatılanlara göre eski olan her şey acımasızca dümdüz ediliyor, yerine koca koca modern binalar dikiliyordu. Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama Beijing bana, ‘ ya biz İstanbul’u bayağı iyi korumuşuz’ demeyi bile başarttı. Durum işte o kadar vahimdi...

Hayal kırıklığına uğradık diye karalar bağlayıp otel odasında oturmak olmazdı. Gelmişken bir Mao Bey’i de görmek lazımdı. Dolayısıyla ilk istikamet doğal olarak Tiananmen meydanı oldu.


400 dönümlük bir alanda kurulan, bu dünyadaki en büyük kent meydanını Tiananmen kapısı üzerinde asılı duran büyük bir Mao resminin bakışları altında dolaşıyorsunuz. Alan turistler, polisler, aylak aylak gezinen yada bir yerden bir yere hızlı hızlı giden Çinlilerle dolu, ama en hoş şey ise uçurtma satıcıları ve uçurtma uçuranlar.

Etrafta fazlaca oyalanmadan, kılığı kıyafeti biraz düzeltip, Mao Bey’i ziyaret için bekleyen kuyruğa giriyorum. Kuyruktakileri denetleyen bir asker, ayağımda parmak arası terliklerim var diye, önce beni ziyarete pek uygun bulmuyor ama taa Türkiye’den geldim diyince çokta ısrar etmiyor.

Kuyruk oldukça uzun ve çoğunlukla Çin’lilerden oluşuyor. Etraftaki askerler megafonlarla habire insanları, üçlü sıra olun, dörtlü sıra olun diye düzene sokmaya çalışıyorlar. Neyse sonunda sıra geliyor ve Mao Bey’in yanından tekli sıra halinde hızla geçiyoruz. Kendisini Vietnam’da gördüğüm Ho Chi Mhin Bey’e göre daha bir solgun, daha bir balmumu görüyorum.

Mao Bey’in yanından ayrılır ayrılmaz ise asıl facia başlıyor. Çin’lilerde bulunan malum tüccar geni ve dünyada akla hayale gelmeyecek her boş buldukları yere bir dükkan açmaları, yada tezgah kondurma adetleri tamam da, bu işlerin Mao’nun yattığı yerin hemen arkasındaki odada başlaması beni ciddi anlamda şoka uğratıyor. Mozole’nin içindeki dükkanlarda üzerine Mao resmi yapıştırılmış ilgili ilgisiz bir dolu obje satılırken, çıkış kapısının kenarındaki tezgahlar iyice çıfıt çarşısı gibi. İncik boncuktan, oyuncak arabaya kadar herşey satılıyor.. Sen memleketi komünist yapacağım diye hayatın boyunca yapmadığını bırakma, sonrasında da, seni aferin iyi yapmışsın niyetine şık bir mozoleye koysunlar ama çıkışınıda bizim İstanbul’daki Mahmutpaşa yokuşuna benzeyen görüntülerle bezesinler. Mao Bey’in mumyası yattığı yerde ters dönmediğine göre, ruhu yukarlarda biryerlerde sekiz çiziyordur herhalde diye düşündüm..

Tekrar Tiananmen meydanında dolaşmaya çıktığımda ise aklımdaki ana görüntü, 1989 yılındaki gösteriler sırasında meydandaki tankların önünde dimdik duran beyaz gömlekli, o üniversite öğrencisinin, fotoğraflar ve TV görüntüleri ile beynime kazınan o inanılmaz görüntüsü. Olayın meydanın neresinde olduğunu hatırlamaya çalışıyorum, ama nafile. Time dergisince 20. yüzyılın en etkili 100 insanından biri seçilen, o zayıf görünümlü çocuğun kimliği de, akıbeti de bugün tam olarak netleştirilebilmiş değil. Ancak olaydan 14 gün sonra Çin’li yetkililer tarafından infaz edildiği genel kabul gören son.

O gün evden ya da kaldığı yurttan beyaz gömleğini giyip çıktığında acaba aklından neler geçiriyordu? Ama her halde planları arasında adını bırakamasa da, silik bir görüntüsü ile 20. yüzyılın en önemli insanlarından biri olmak yoktu. Sadece o an’da, o yerde, pek çoğumuzun aksine, kendi tankları ile karşılaştığında iki adım geri atmak yerine, iki adım ileri atabilmeyi başarabilmişti.....

Beijing ve çevre turumuz devam edecek......

2. fotoğraf wikipedia'dan

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Blogcular Datça'da....

Geçen yaz olmadı, bu yaz da neredeyse olmuyordu ama sonunda Datça'nın sevgili Nihat Abisi ile tanıştık. Sevgili kızı Breezybead'in Meltem'i de orada olunca alın size mini bir blogcular zirvesi....

Nihat Abi'nin eşi Emel Hanım'ın ikramı, bahçedeki limon ağacının limonları ile yapılmış buz gibi limonata ve Nihat Abi'nin inanılmaz keyifli sohbeti, zaman nasıl geçti anlayamadık. Konukseverliğiniz için çok teşekkürler ve en kısa zamanda tekrar bir araya gelebilme dileği ile....

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Tatil....

Farkındayım bir süredir yazamıyorum. Evin tadilatıydı, taşınmaydı falan derken günler geçip gidiyor. Bu yaz bu tatlı telaş yüzünden sevgili Datça'mdan bile bayağı ayrı kaldım. Şimdi kısacık bir süreliğine Datça'ya gidiyorum. Dönünce amacım, uzun uzun Çin'i yazmak. Tam olimpiyatlara denk düşürmek istedim ama olmadı.
Bana şimdilik iyi tatiller, 10 gün sonra görüşmek üzere....