15 Ağustos 2012 Çarşamba

Edinburg -1


İngiltere’de kaldığımız süre içinde gitmeyi istediğimiz yerlerden biri de Edinburg’du.Nasıl gidilecek, nerede kalınacak, oraya gidince hallederiz diye, üzerinde çok fazla durmamıştık.Ev sahiplerimiz hafta içi çalıştığı için biz de o günlerden birinde yola düştük. Sevgili, direksiyonların ve gidiş yönünün solda olduğu bir trafikte araba kullanmaya pek heves etmeyince, mecburen trene yöneldik ve bu sayede de çok etkili bir tren yolu sistemine sahip olan İngiltere’de trenlerin ne kadar pahalı olduğunu öğrendik.

İngiltere – Türkiye gidiş dönüş uçak biletlerimizi aylar öncesinden internet üzerinden kişi başı 75 pound’a almıştık. ( easy jet) Edinburg’a yapacağımız üç saatlik tren ücreti ise gidiş dönüş kişi başı 72 pound’tu. Yuh olsun! Ne kadar pahalı diye söylensek de, ikimizde uzun zamandır tren yolculuğu yapmadığımız için, tüm yolculuktan çok keyif aldık. Özellikle İskoçya’nın trenin penceresinden akıp giden koyu yeşil renklere bürünmüş doğası, ve neredeyse her tarlada gördüğümüz annelerinin yanında oynayan bembeyaz kuzuları seyretmek bize mutluluk verdi.

Şehrin merkezindeki otelimiz George Caddesi üzerinde bulunan George Oteli. Müşteri profili daha çok takım elbiseler içinde toplantılara koşuşturan iş adamları ve iş kadınları olsa da, biz çok memnun kaldık. Çok değil bundan birkaç yıl önce, benim de onlardan biri olduğum düşüncesi, şimdiki tasasız turist durumuma bakınca, bana garip, biraz da sadistik bir zevk vermedi desem yalan olur..


Otele yerleşir yerleşmez kuş bakışı ve hızlı bir Edinburg turu yapmak için iki katlı tur otobüslerine
atladık. Hava son derece soğuk olmasına rağmen, kamikazelik yapıp açık olan üst kata çıktık. Yarım saat süren tur sonunda üç aşağı beş yukarı nerede ne var, nerelere gideceğiz belirledikten sonra, soğuktan yarı yüz felci geçirmiş halde otobüsten indik.Soğuk havada çok da fazla dışarıda kalmamak için günü şehrin ünlü yeraltı turlarından birine katılmaya karar verdik. İki seçenek var, hayalet turu ya da tarihsel tur. Burada çok tutulan hayalet turu bayağı eğlenceli olacak gibi gözükse de hem İskoçya’da konuşulan İngilizceyi çok iyi anlayamadığımızdan dolayı nuansları kaçırmamak için hem de biraz şehrin tarihi hakkında bilgi almak için tarihsel yeraltı turuna çıkmaya karar verdik.



Tur öncesinde, sıcak bir şeyler yiyip içebileceğimiz tek yer Deacon’s Cafe oldu. Şansımıza Cafe’nin hikayesi bizi biraz sonra çıkacağımız tura hazırlar gibiydi..William Deacon Brodie Jekyl ve Hyde’ın yazarı Robert Louis Stevenson’a ilham veren bir karakter. İçinde bulunduğumuz Cafe’de eskiden Deacon’ın dükkanının bulunduğu yere yapılmış. Gündüzleri başarılı bir zanaatkar ve şehir meclisi üyesi olan saygıdeğer Bay Brodie, geceleri ise kumarbaz, ayyaş ve hırsız bir karaktere bürünürmüş. Maceralarla geçen bir hayat sonunda 1788 yılında kendi yaptığı bir darağacında asılarak, idam  edilmiş..



Eski Edinburg coğrafi şartlarından dolayı çok dar bir alana sıkışmış. Dolayısıyla yana doğru genişleyemeyen şehir doğal olarak yukarı doğru genişlemeye başlamış. Tur rehberimizin anlattığına göre, zamanında 14 -15 katlı olarak ahşaptan yapılan binalardan günümüze ulaşanı yok..



Binaların arasındaki dar sokaklara ‘close’ deniyor ve gerçektende daracık. Rehber son derece eğlendirici bir şekilde, eskiden aşağıya inmeye üşenen üst kat sakinlerinin dışkı dolu kovalarını, yoldan geçen kimse varmı diye bakmadan aşağı boşaltıvermelerini anlattı. Bu durumdan muzdarip olan çok insan olmalı ki sonradan çıkartılan bir yasa ile, boşaltma yapanların Fransızca(!) olarak kendinizi koruyun diye bağırmaları zorunlu kılınmış..







Şehrin genişlemesi için her iki tarafına köprüler yapılınca, köprülerin alt tarafları kapatılarak, şehre gelir getirmesi amacıyla tüccarlara depo ve dükkan olarak kiralanmış. Ancak kısa sürede nehir sularının yükselmesi ile depoları su basınca bu işten vazgeçilmiş ve böylelikle de şehrin tarihinde oldukça ilginç bir dönem başlamış…



Legal faaliyetlerine son verilen bu yeraltı odaları, kısa bir süre sonra doğal olarak pek çok illegal işler için kullanılmaya başlamış. Buradaki en karlı illegal faaliyetlerden birisi ise ceset kaçakçılığı. Anlaşılan bir dönem Edinburg tıp fakültesi öğrencileri yeni ölmüş bedenlere ulaşabilmek için oldukça büyük miktarlarda parayı gözden çıkarmakta sakınca görmüyorlarmış. Tek bir ceset bile bir işçinin aylık ücretinin kat ve kat fazlasını getirirmiş. Zengin aileler yeni toprağa verdikleri aile bireylerinin cesetlerini korumak için, mezarlıklara bekçi tutarlarmış. Hatta şehrin merkezindeki mezarlığın girişine bu iş için çok güzel bir kule bile inşa etmişler…



İşte çeşitli şekillerde kaçırılan cesetler, tıp fakültesine gizlice kaçırılmadan evvel, bu yer altı odalarında saklanır, buradaki gizli geçitler aracılığı ile yeni sahiplerine ulaştırılırmış. Bu değerli taze cesetlere ulaşabilmek için Edinburg tarihinde doğal olarak pek çok cinayet de işlenmiş.



Burada yapılan bir diğer illegal iş de kaçak içki üretimi.. İrlanda’da ki kıtlık sırasında buraya göç eden İrlandalılar, burada canlı bir kaçak içki ticareti geliştirmişler. Yasadışı faaliyetlerin önüne geçmeye çalışan hükümet bir süre sonra bu yer altı odalarını toprak ve taşlar ile doldurmuş. 20 yıl kadar önce de burada arkeolojik kazılar yapılmaya başlanmış.

resim www.flickr.com dan alınmıştır
resim verado.wordpress.com'dan alınmıştır


 Hiç ışık almayan yeraltı odaları son derece ürkütücü ve buralarda bir zamanlar çalışanlar gerçekten çok zor şartlar altında çalışmışlar. Burada yapılan legal işler arasında ayakkabı yapımı, deri işleme, kumaş boyama gibi işler bulunuyormuş. Mum o dönemlerde çok pahalı bir madde olduğu için, çalışanlar ışık kaynağı olarak küçük şişelere koydukları balık yağlarını yakarlarmış. Havasız bir urtamda balık yağı, kovalarda biriktirilen dışkıların ve kimbilir daha nelerin nelerin kokusu. Çalışma şartlarını hayal edebilmek güç..



Edinburg’da yaptığımız yer altı turu gerçekten çok ilginçti. Tur sonunda saat 6’ya geliyordu. Üşümüştük ve çok yürümekten yorulmuştuk. Bu durumda bizi ısıtması ve tazelemesi için İskoçya’nın en değerli ürünlerinden birine başvurmaktan başka çare kalmamıştı : Viski



Kapanmak üzere olan bir dükkana hızla dalıp,  bir şişe yıllanmış malt viskisi aldık. Yemek öncesi otelde muhabbetin yanına meze olarak şişenin yarısını bitirmiştik bile.  Akşam yemeğinde de otelden birkaç sokak ötesindeki son derece hoş bir İtalyan lokantasında bir şişe de şarap bitirince, ikimizde uzun zamandır olmadığımız kadar sarhoş olmuştuk. Ama her halde Avrupa’nın en çok içki içilen şehirlerinden birinde böyle bir akşam yaşamadan da olmazdı…