Doğrusunu söylemek gerekirse Fas gezimizin en kötü
planlaşmış kısmı Tanca oldu…Hem yeteri kadar zaman ayırmamışız, hemde o gün hiç
pes etmeden bardaktan boşanırcasına yağan yağmur işimizi hiç kolaylaştırmadı..
Sabah erken saatlerde Fez’den ayrıldıktan sonra ilk
durağımız muhteşem mavi kent Şeyşaven’i burada anlatmıştım..Orjinal planımızda
akşamüzeri saatlerinde Tanca’ya ulaşmadan evvel yol üzerinde durmak istediğimiz
bir şehir daha var. Tetouan..Kuvvetli bir Endülüs mirası olan bu şehirde biraz
dolaşmak, İspanyol kolonyal mimari biçimli düzenlenmiş plazasının görmek
istiyoruz ama kapkara gökyüzü, deli gibi yağan yağmur bizi bu plandan vaz
geçmek zorunda bırakıyor..Burası olmayacak bari bir an önce Tanca’ya ulaşıp
oraya bakınalım kararına varıyoruz…
Tanca’ya giden yol çift şeritli rahat bir yol ama yağmur
nedeni ile oluşmuş kazalar bizi biraz yavaşlatıyor…Tanca’ya varıp arabaya uygun
bir park yeri bulduktan sonra, yağmur nedeni ile ( bu yazımda ne kadar çok
yağmur kelimesini kullanıyorum değilmi, ama merak etmeyin daha da kullanmaya
devam edeceğim J)
bir süre arabada oturmak zorunda kalıyoruz, dışarı çıkmak mümkün değil, ama
sonuçta çare yok hava kararmak üzere ve bir şekilde otele ulaşmamız lazım..
Ayırttığımız otel yine şehrin deniz kenarında bulunan
medinasında. Daha önceden e-mail ile defalarca otelin yerini tarif etmelerini
istemiştik ama her hangi bir yanıt alamadığımız için yağan yağmurun altında
elimizde çekçek valizler, medinanın tıngır mıngır sokaklarında bir hayli
zorlanıyoruz, sabrımız tükeniyor. Ama sonunda biraz GPS’in yardımı biraz da
sağa sola sorma sonucu oteli buluyoruz ama sorunlar bitmiyor..
Otelde Fransız sahibi de dahil hiç kimse İngilizce bilmiyor
ve geleceğimizden haberleri yok..Hemen aylar önce booking.com’dan yaptırdığımız
rezervazyonu dayıyoruz suratlarına, yüz ifadelerinden anladığımız kadarıyla
verdikleri fiyata kendileri de şaşırsa da mecburen bize bir oda açıyorlar..Üst
katın verandasında Cebelitarık boğazına karşı birer naneli çay içince biraz
kendimize geliyoruz..
Tanca aslında gezimizin kayıp noktası. Hem buraya bir gece
çok az zaman ayırmışız, hem de yağmur şehri görmemizi neredeyse imkansız
kılıyor. İlkbahar’da, havaların güzel olduğu zamanda Tanca ve çevresinde çok
rahat 2-3 gün geçirilebilir sanırım.
Akşam yemeği için kordon boyunda bir yerde yemek için
yeniden dışarı çıkıyoruz. Çoğu yer kapalı, hava berbat ve Fas’a geldiğimizden
beri ilk kez gece dışarıda tedirgin oluyoruz. Okuduğumuz yazılar burada
uyuşturucu bulmanın kolay olduğunu anlatıyordu. Özellikle Afrika kökenli
satıcılar ve para dilenen evsiz barksız görünümlü müptelalar hava nedeni ile
boş olan sokaklarda bizi bir hayli huzursuz ediyor..
Sonuçta bir İtalyan lokantasında ben güzel bir deniz
mahsüllü spagetti yiyorum..Ancak dışarıda bol miktarda uyuşturucu satıcısı olsa
da, lokantada alkol yok. Deniz mahsüllü spagetti ve yanında cola biraz yavan
bir ikili oluyor ama çare yok..Yemekten sonra koşar adımlarla otele dönüyoruz..
Kaldığımız Le Balcon de Tanger medina’da çok güzel restore
edilmiş, hoş bir otel. Dekor Akdeniz ve Fas karışımı, odalarda çok hoş detaylar
ve terasından harika bir deniz manzarası var, ama işin beğendiğimiz kısmı orada
kalıyor.
Gecemiz biraz kötü geçiyor. Oda oldukça rutubetli ve
dışarıdan çok fazla ses alıyor. Birde gecenin bir vakti otel sahibinin
gürültücü misafirleri gelince durum iyice berbat bir hal alıyor. Tepemizde
kahkahalar atıp topuklu ayakkabıları ile sürekli oradan oraya takır tukur
yürüyen kadına söylene söylene biraz uyku uyumaya çalışıyorum..Umudum sabah
güneşin yüzünü bize göstermesi…
.
Akşam yattığımız hava, aynı ıslaklığı ve griliği ile sabah’da
bizi karşılayor…Sürekli takip ettiğimiz hava raporları da gün içinde düzelme
vaat etmediği için çaresiz çok merak ettiğimiz, bu kozmopolit kente veda edip
sabah kahvaltısından sonra Marakeş’e doğru yola çıkıyoruz..
Bu arada eğer bizden daha iyi bir planla bir gün yolunuz Tanca'ya düşerse, şehrin 40 km güneyinde bulunan küçük balıkçı kenti Asilah'a uğramayı unutmayın..Bu civarda en güzel balıklar, beyaz surlarla çevrili bu güzel kasabada yenebiliyormuş..
Yazı: Ayşegül Erzincanoğlu
Fotoğraflar: Ayşegül & Behçet Erzincanoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder