10 Ekim 2009 Cumartesi

Tibet'e Doğru

Biliyorum mavilimon’u uzunca bir süredir ihmal ettim. Önce yaz rehaveti, sonrada evde yeni bir yavru köpek derken haftalar geçti.

Ama şimdi yeniden Asya’ya gidiyoruz, hemde bu sefer Tibet’e…Yıllar boyu hayallerimi süsleyen ülkeye. Tarihleri hatırlama konusunda belleğim inanılmaz zayıftır ama kendi doğum tarihim gibi, Tibet’e gitmem gereken tarihi ne zaman sorsanız, size hiç düşünmeden cevap verebilirim. 10.Ekim.2000, yani 10.10.2000, yani bundan tam dokuz yıl önce. Sayıların dizilişinde bir gizem var mı bilmiyorum ama 10.10.2000’de ilk kez bir uçak kazasına inanılmaz derecede çok yaklaştım ve o tarihten sonra hep ikinci bir hayata başladığımı hissettim.

Katmandu’da keyifli bir gün ve gece geçirdikten sonra 10 Ekim’de sabah uçağı ile Lhasa’ya hareket etmek üzere uçağa bindik. Kısa bir süre sonra havalanmayı beklerken, nedeni açıklanmadan neredeyse 1-1,5 saate yakın uçağın içinde beklediğimizi hatırlıyorum. Sonunda uçak yavaş yavaş pistte hareketlenmeye başlayınca, tüm yolcular derin bir sıkıntıdan kurtulmuştu.’İşte geliyorum Tibet’ diye düşünmüş olmalıyım. Ama gidemedim.

Hani uçağın yerden hemen havalanmadan önce pistte maksimum hıza eriştiği birkaç saniye vardır ya, işte tam o saniyelerin birinde uçağımız patlamalar eşliğinde fren yapmaya başladı. Dışarıda dumanlar ve içeride çığlıklar eşliğinde bir süre sürüklendik En sonunda uçak durmayı başardığında ise hostesler bizi hemen dışarı çıkartmaya başladılar. Hala öyle mi bilmiyorum ama o zamanlar Katmandu’nun çöplerinin toplandığı yer hemen havaalanının yanında bir arazi idi. Çöplüğün çevresinde uçan kuşların motora girmesinden korkulduğu içinmiş ilk beklememiz. Sonrasında uçuşa izin verilmiş ancak anlaşılan kuşların planları başkaymış. Etraftaki dumanlar ve patlamalar, hem uçağın patlayan lastiklerinden, hemde motora giren kuşlardan gelmiş. Uçaktan dışarı çıktığımızda ise bizi bekleyen asıl facianın farkına vardık. Uçak ve havaalanının hemen dışına yapılmış evler arasında birkaç metre ya vardı ya yoktu. O gün havaalanı tüm uçuşlara kapatıldı, biz ise ancak Tibet’e ertesi gün hareket edebildik.

Tibet’in coğrafyası inanılmaz büyüleyici. Bunu daha uçakta iken anlamaya başlıyorsunuz. Pencereden himalayaların karlı tepelerine bakıp giderken, birden onların sanki hemen dibinden kahverengi bir toprak parçası uzamaya başladı. Yüksek bir düzlüğe yani Tibet platosuna ulaşmıştık. Son derece sevimsiz bir havaalanından giriş yaptıktan sonra bu büyüleyici coğrafya içinde yol almaya başladık.Lhasa’nın havaalanı Gangor, şehre iki saat uzaklıkta. Bu kadar düz yer varken, havaalanını bu kadar uzağa yapmaları sanırım sadece stratejik. Burada renkler çok parlak, gökyüzü masmavi, sular ve göller parlak mavi, toprak ve etraftaki çıplak dağlarda kahverenginin net tonları. Güneş hemen insanı yakmaya başlıyor ve güneş gözlüksüz gezebilmek çok zor. Lhasa 3600 metrede, çok hızlı hareket etmedikçe yükseklik beni çok fazla rahatsız etmiyor.

İlk anda görebildiğim kadarıyla, Lhasa’nın yeni kısımlarının Çin’den çok bir farkı yok. Yollar, büyük marketlet ve dışı fayans kaplı binalar. Gerçek Tibet’ten kalanları görebilmek için biraz daha beklememiz gerekecek. Bir sonraki yazıda Lhasa’da uzun uzun dolaşacağız…
ilk foto: www.britannica.com dan