5 Şubat 2012 Pazar

Gülevi - Safranbolu

Bazen uzaklara bakmaktan en yakınınızdakini ihmal edersiniz ya, benim seyahat tutkum da biraz buna benziyor..Uzaklar hakkında öyle çok hayal ve plan kuruyorum ki, dünya alemin gelip gezdiği hemen burnumun dibindeki yerler, hep başka bir zamana erteleniyor. Mesela Afrodisias, hep aklımın bir köşesinde, hep nasıl olsa bir gün uğrarım diye ertelenmişti, ta ki bir gün annem, ‘hem arkeolojiyi çok seviyorum dersin, hem bu uğurda dünyanın garip gurup köşelerine gidersin ama daha henüz nasıl olur da Afrodisias’ı görmemiş olabilirsin ki?’’ diye bana sorana kadar..


Bu konuşmadan kısa bir zaman sonra, sıcak bir yaz günü, ciddi anlamda güneş çarpması tehlikesi altında,eski çağların bu inanılmaz kentinde köşe bucak dolaşarak unutulmayacak bir gün geçirmiştik.



Aynı şey Safranbolu için de oldu. Artık arkadaş sohbetlerinde, Safranbolu’ya hiç gitmediğimi söylemek garip gelmeye başladığında, geçen kış havaların güzel gittiği bir dönemde kendimizi Safranbolu’ya attık. Hem turizm sezonu değildi, hem de hafta içi günlerdeydik..Safranbolu’da bir yerliler, bir de biz var gibiydik. Bizim dört ayaklı gezgin de yanımızda, bu güzel Osmanlı kentini biz sindire sindire, Hera’da koklaya koklaya dolaştık.

Safranbolu hakkında benim anlatacağım fazlaca bir şey yok, gidilmesi, görülmesi, keşfedilmesi dışında. O güzelim daracık sokaklarında dolaşırken, kimsenin anlatacaklarına çok da fazla ihtiyacınız yok. Herkesin kendinden, kendi geçmişinden, özlemlerinden bir şeyler bulabileceği bir yer..Bizim Safranbolu deneyimimizi unutulmaz yapan ise İstanbul’dan göçüp, Safranbolu’ya yerleşen bir çift oldu. Gül ve İbrahim Canbulat.




Safranbolu’da konakladığımız Gülevi, işte bu harika çiftin inanılmaz sevgisi ve çalışması ile ortaya çıkmış bir konak üçlüsü. Girişte yer alan ilk konak yapağı ve tekstil işiyle uğraşan Hacımemişler ailesinin, bahçenin diğer tarafında ise bir zamanlar Kudüs’te kadılık yaptıktan sonra Safranbolu’ya yerleştiği söylenen Şükrü Beten Efendi’nin Betenler Konağı. Orman işletmeciliği ve kereste ticareti ile uğraşan Gökçüler ailesinin konağının ise bizim gittiğimiz zaman henüz daha restorasyonu devam ediyordu. Ancak şimdilerde hizmete açıldığını biliyorum. 18.yüzyıldan kalma bu evleri zamanımıza ulaştıranlar ise İbrahim Bey’in mimari bilgisi, zekası, araştırmacı kişiliği ve Gül Hanım’ın konakların her bir köşesine sinmiş zerafeti, sıcaklığı, detaylara gösterdiği özeni.






Eğer merak ederseniz, bizler Şükrü Beten Efendi’nin konuklarıydık. Bize ikinci katta mutfağa doğru açılan oda da, geniş mi geniş, rahat mı rahat bir yer yatağı açmışlardı. Yorucu bir günün ardından, ışıkları kapatıp, yatağımızdaki saten yorgana sarındıktan sonra, deliksiz bir uykuya geçmeden hemen önceki o buğulu saatlerde , dinlemeyi bilene, sevene,yüzyıllar önce evin haremliğindeki hanımların tatlı sohbetlerinin,küçük dedikodularının, yemek hazırlıklarının seslerine karışan selamlıktan gelen Şükrü Beten Efendi’nin tok sesi adeta bir ninni gibiydi..



Aynı saatlerde bizim dört ayaklı gezginse, her yere taşınan kendi özel ve demirbaş yatağında, konakların ortasında bulunan geniş bahçedeki yemyeşil çimlerde güneşin keyfini çıkardığı saatleri ve belki de o gün bulduğu bir hindi kemiğini düşler gibiydi..

İlgilenenler Gülevi’ne buradan ulaşabilirler…