21 Ekim 2010 Perşembe

Aşkabat

Yağmurlu bir günde başladık, Farsça anlamı ile Aşkın Şehrini gezmeye. Hava ağır bir gri ve ıslak, ortada da ne yazık ki aşk meşk falan yok. Aşk’tan daha çok bir insanın hırsının ve kibirinin şehri sanki burası.


Türkmenistan’ın nüfusu yaklaşık 6 milyon ve bunun bir milyonu Aşkabat’da yaşıyor. Burası gerçekten de garip bir şehir. Bir zamanlar bir adamın ya da tam adını vermek gerekirse Türkmenbaşı Saparmurat Niyazov’un hayalini kurduğu büyük bir legoland gibi. Her yerde büyük ve anıtsal meydanlar, görkemli binalar, düzgün ve geniş yollar, bakımlı parklar. İşte şehrin yeni bölümü tamamen bunlardan oluşuyor, ama bir eksik var: insanlar. Parklar, bahçeler, yollar adeta bomboş. Şehrin ruhu yok. İnsanlar ve hayat, Rus döneminden kalma apartmanların bulunduğu eski bölümlerde devam ediyor, ama yeni şehir adeta adım adım oraları da yutmak üzere harekette.






 
Türkmenbaşı’nın tutkusu ise mermer. Tüm binaların mermerle kaplanmasını istemiş. Kaplanmışta ve halen kaplanmaya da devam ediliyor. Sonuçta Karakum çölünde ki bir vahada beyaz bir şehir kurulmuş. Mermerlerin %90 ı Türkiye’den, kalanı da İtalya’dan ithal ediliyor. Bu arada Türk inşaat şirketleri de , Türk işçileri de Türmenistan’ın her yerinde arı gibi çalışmakta. Bu değirmenin suyu ise doğalgaz’dan geliyor. Türkmenistan dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerine sahip ve gazın daha 100 yıl boyunca bu ülkeye büyük zenginlikler getirmeye devam edeceği ölçülmüş. Sadece 6 milyonluk nüfusa sahip çok zengin bir ülke ama İstanbul’da pek çok yerde de, ev işlerinde ya da hasta bakıcı olarak çalışan Türkmen kadınlar.






Zaman zaman şehirde dolaşan Allahın tek kulları bizim küçük grubumuz gibi gelse de, bir iki yeri ziyaret ediyoruz. Şehirdeki güzel ve anıtsal binalardan biri de halı müzesi. Halı, Türkmenistan ‘da çok önemli, Atçılık Bakanlığının yanında bir Halı Bakanlıkları da var. Müzede ki zarif Türkmen rehberimiz dünyada Türkmen halılarının Buhara halısı olarak tanınmasından şikayet ediyor. Yeni ve eski halıların sergilendiği müzede çok güzel eserler var ama fotoğraf çekmek yasak. Peki bir Türkmen halısı alalım derseniz, devlet mağazasına gitmeniz lazım, ülke dışına çıkarmak içinse bir dolu bürokrasi. Aman sakın bulaşmayın diyor Türk rehberimiz.





Daha sonra bir başka müzeye, Üçgen inşaatın yaptığı Ulusal Müzeye gidiyoruz. Çok güzel bir bina. Bir Türk şirketinin yaptığı böyle güzel bir müze binası neden bizde yok diye hayıflanıyorum. Müzede çok güzel Pers ve Hellenistik dönem eserleri var. MÖ 2. Yüzyılda kurulmuş Nisa uygarlığından kalma fildişi içki kupaları , ritonlardan dünya müzelerinde örneği olmayan eşsiz bir koleksiyon gözlerime ziyafet çekiyor. Ancak bu eserlere ancak görkemli giriş katını aşarak ulaşabilmek mümkün. Giriş katı ise Türkmenbaşı ve Türkmenistan’ın son yıllarda kazandığı başarılara adanmış. Niyazov’un resimleri her yerde, yeni başkan Gurbanguli Berdimuhammedov’un resimleri de ufaktan ufaktan kendine yer bulmakta. Bu katta sergilenen değerli eşyalardan biri de bir zamanlar Türkmenbaşı’nın kullandığı ağızlık. Zatı Şahaneleri bir vakitler sağlık nedeniyle sigarayı bırakmaya karar verince, hop sigara içmeyi tüm ülkede de yasaklayıvermiş. Sigara tiryakilerine duyurulur, Türkmenistan’da kapalı alanlar yanında açık alanlarda da sigara içmek yasak.

Bir zamanlar Castro ölmeden diktatörlükle yönetilen bir ülke görebilme adına Küba’ya gitmiştim ama meğerse bir başka diktatör hemen yanı başımızda yaşamaktaymış. Kim İl Sung’un Kore’sini bilmiyorum ama Türkmenistan Cumhuriyetinin başkenti Aşkabat’ın sokaklarında insan, güç ve paranın yardımı ile bir insanın kendini birkaç yıl içinde nasıl sıradan bir faniden, Tanrılar katına çıkarttığını hissedebiliyor. Zamanında ay ve gün adlarını değiştirmesini, ve ünlü kitabı Ruhname’yi üç kez okuyanın cennete gideceği gibi inanışları eğlenerek gazetelerde okuduğumu hatırlıyorum.

Son bir bilgi ve hatırlatma olarak; Türkmenbaşı Niyazov Aralık 2006 yılında hayata veda etti, yerine gelen Berdimuhammedov ay ve gün adlarını yeniden eski haline getirdi. Türkmenbaşı artık yeniden Ocak ayı, annesinin adı olan Gurbansultan ise yeniden Nisan. Ancak Ruhname kitabının koca bir heykeli ise yine kendi adını taşıyan Ruhname Parkında zamana karşı tüm gücü ile direnmekte.