29 Ağustos 2009 Cumartesi

Bafa Gölü

Bu yaz boş durmadık. Bu civarlarda kısa kısa yolculuklara çıktık. Buralarda yıllardır önünden defalarca geçipte fark etmediğim ya da görüpte bakmadığım ne kadar çok yer olduğuna şaşırmadım dersem yalan olur. Ancak bu yazın benim açımdan en büyük keşfi ve sürprizi kesinlikle Bafa gölü oldu.



Bir zamanlar Ege denizinin güzel bir körfezi olan bölge, 2000 yıl önce Büyük Menderes Nehirinin taşıdığı alüvyonlar nedeniyle yavaş yavaş kapanarak bir göl haline dönüşmüş. Antik zamanlarda körfezin sonrada gölün adı Latmos olarak anılırmış. Anayoldan antik Heraklia kenti tabelasını görüp saptığınızda , göl üzerindeki minik adacıklardaki yıkıntılar hemen dikkatinizi çekmeye başlıyor. Manzara harika, fotoğraf makineleri hemen çalışmaya başlıyor.


Sabah Bodrum'dan erken çıkıp, gölün hemen yakınındaki Kapıkırı köyüne ulaştığımızda, köylüler işlerine koyulmuşlardı bile.. Bodrum, Marmaris, Kuşadası gibi turizm merkezlerine yakın olupta, buradaki sakin ve huzurlu hava kesinlikle çok farklı ve güzeldi. Turizm tanrıları daha buraya uğramamış diye düşündüm. Burada yaşayanlar için belki şanssızlıktı ama bizim gibi turistleri çokta fazla sevmeyen turistler için çok büyük bir avantajdı..
Göle tepeden bakan küçük bir pansiyonun bahçesinde çay ve poğaçalardan oluşan bir kahvaltı yaptıktan sonra, bir kayık kiralayarak Bafa gölünü keşfe başladık. Antik şehir Heraklia'nın parçaları her yerdeydi. Gölün üstünde, gölün altında, kıyısındaki tepelerin üzerinde. Göl kıyısında suyun hemen altında kalan Latmos limanının parçalarını ve bazı lahitleri görmek mümkünken, daha derinlerde suyun altında kalan kısımları görmek için, gölün sularının bulanık olmadığı serin havalarda buralarda olmak lazımmış...
Güneş tepeye ulaşıp, biz sıcaktan oflayıp puflamaya başlayınca, kaptanımız ' durun ben sizi bir yere götüreyimde göle girip serinleyin' dedi., ve kayığının izin verdiği hızda süratli bir şekilde gölün karşı taraflarına doğru gitmeye başladık.. Bir süre sonra önümüzde belirmeye başlayan kumsal, sanki Maldiv'lerden buralara gelmiş gibiydi... Gölün bir zamanlar deniz olduğunu hatırlatan, hafif tuzlu suları, oldukça ılıktı.. Biz suya girip çıkıp oyalanırken, kaptanımızda şnorkel ve zıpkınla gölün ünlü yılan balığının peşine düştü ama pek şansı yoktu..


Kumsalda biraz dinlendikten sonra son bir gayret, Kaptanımızın oğlunun göstermeye söz verdiği mağara resimlerini görmek için arkamızdaki tepelere doğru ufak bir yürüyüş ve tırmanışa başladık. Sıcakta parmak arası terliklerle kaya tırmanışı yapmak biraz zor oldu. Buralarda mağara resimleri olabileceğini daha önce hiç düşünmediğimden ve nedense doğru dürüst bir şey göremeyeceğimizden emin olduğum içinde bir süre sonra çizilen ayaklarım yüzümden sızlanmaya başlamıştım, ama sonrasında gördüğüm tek bir resim tüm bunlara fazlasıyla değdi. O anda fark ettim ki, aslında ilk defa bu kadar eski bir sanat eserine bakıyordum. Adeta bir mağara adamı ile göz göze gelmek gibi bir şeydi. Tarifi imkansız ,harikaydı.Sonradan öğrendim ki arkeolog Annelise Peschlow bu civarda buna benzer 100'den fazla prehistorik resim bulmuş. Sizin varmıydı bilmem ama benim böylesine bir hazinenin burnumun adeta dibinde durduğundan hiç haberim yoktu..


Bafa gölü civarı, yürüyüş yapmak için çok uygun. Her bir farklı rotada insan bambaşka tarihi eserlerle karşılaşabilecek gibi. Bu seferki gezintimiz zaman açısından biraz kısıtlı oldu, ama sevgili ile karar verdik en kısa sürede burada bir kaç gün kalmak üzere geleceğiz. Hem Heraklia'nın dört bir yöndeki kalıntılarına doğru yürüyüşler yapacağız, hemde buranın büyülü havasında, sessizliğinde kafa dinleyeceğiz..

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Euromos


Euromos yada MÖ 5. yüzyıldaki adı ile Kyramos yada Hyramos Milas - Söke karayolunun neredeyse hemen üzerinde yer alan bir antik kent. Yine defalarca önünden geçipte, kafamı biraz kaldırmadığım için ağaçların üstünden sütun başlarını göremediğim muhteşem bir tapınak. Halk arasındaki adı ise ayakta duran sütunlarından dolayı 'Ayaklı'


Kyramos yada Hellenleştirme politikası sonucu aldığı 'Güçlü' anlamına gelen adı ile Euromos tarihte çok da fazla iz, anı bırakmamış bir kent. Sanki sessiz sedasız, tarihin sayfalarından geçip gitmiş, silinmiş gibi. En azından elimdeki kısıtlı kaynaklar bunu söylüyor. Ama geride bıraktıkları ve zamanında Zeus'a adadıkları bir tapınak var ki, şu anda Asya'daki en iyi korunmuş yarım düzine tapınaktan biri..


Sıcak bir yaz günü bu muhteşem ve son derece fotojenik tapınağın her yönden sayısız fotoğrafını çektim ve küçük bir dilekle ayrıldım bu yüzlerce yıldır ayakta olan yapıdan.. Bir gün aynı resimleri karlar altında, bambaşka bir ışıkta yeniden çekmek..

Yeniden tarif etmek gerekirse Milas'dan Bafa Gölü yönüne doğru giderken 11. km'de ve anayoldan sadece 500 metre kadar içeride. Bir beğeni ve tercih meselesi olarak tüm bu antik kentleri kırık dökük taşlardan ibaret olarak görüp, hiç işim olmaz diyebilirsiniz ama beni dinleyin ve hiç olmazsa Euromos'a uğrayıp bir zamanlar Tanrıların en güçlüsü Zeus'a adanmış bu tapınağın önünde bir kaç dakika geçirin. Pişman olmayacaksınız..


8 Ağustos 2009 Cumartesi

STRATONİKEİA


Sizi bilmem ama işte benim önünden defalarca geçipte farkında olmadığım bir antik kent daha. Yatağan’dan Milas’a giden yolun 7.km sinde. Üstelik öyle sapaktan içeriye doğru fazlaca gitmenize gerekte yok. Binlerce yıllık şehir adeta yolun üzerinde sizi bekliyor. Üstelik yanında bir de bonus var.

Stratonikeia, MÖ 3.yüzyılda kurulmuş. Sonrasında burada Helenler, Romalılar, Rodoslular, Bizanslılar, Menteşeliler ve Osmanlılar yaşamış. En son yaşayanlar ise Eskihisar köylüleri. Eskihisar’lılar köylerini ilk kez 1957 yılındaki büyük depremden sonra terk ederler. 1980 yılında bölgedeki kömür rezervinin keşfedilmesi ve maden çalışmaları, köyün biraz ilerisindeki deprem konutlarının çökmesine neden olunca, köylüler yavaş yavaş eski konutlarına dönmeye başlamışlar. Ancak bir süre sonra bölgedeki yaşamın, arkeolojik çalışmalara ve eserlerin korunmasına engel olacağı düşüncesi ile köy yeniden boşaltılmış.

Ve işte ortaya da gezginler için inanılmaz güzellikte bir bonus çıkmış. MÖ 3.yüzyıldan kalma bir Helen şehrini görmeye gittiğinizi zannederken, zaman içinde onunla içi içe geçmiş eski bir Anadolu köyüne de yolunuz düşüveriyor. Bir tapınak binasının anıtsal kapılarından birini bir zamanlar Ali amcanın arka bahçesinde, sebzeler yetiştirdiği yerde bulmak, yada köyün bakkal dükkanının basamak olarak kullandığı, üzeri harçla sıvanmış, artık adı kaybolmuş Helen bir taş ustasının özene bezene süslediği, oymalı taşa oturup kısa bir mola vermek burada sıradan olaylar.

Anayolda giderken şehri bulmanız ise oldukça kolay, çünkü sapağa kocaman, renkli ve üzerinde aslında sizi bir miktar merakta bırakan bir hoşgeldiniz mesajı ekli bir tabela koymuşlar. ‘ Ölümüne aşkın ve gladyatörlerin kenti Stratonikea’ya hoşgeldiniz.’ Doğrudur yanlıştır bilinmez ama ben kentin broşüründe yazan bu aşk hikayesini, sizi biraz merakta bırakmak pahasına da olsa es geçiyor ve kentin ve köyün sokaklarında dolaşmaya çıkıyorum. Aşk hikayesini merak ediyorsanız bir daha ki Bodrum seyahatinizde buraya biraz zaman ayırıverirsiniz..

Kentin girişinde sizi ilk karşılayan binalardan biri Şaban Camisi. Dıştan kısmen restore edilmiş ve aslının Menteşoğulları zamanından kaldığı düşünülüyor. Hemen karşısında yer alan köyün kahvesi ise bizim ziyaretimizde, ziyaretçileri karşılamak için son hazırlıklarını tamamlamak üzereydi. Önce, artık terk edilmiş evlerin arasından Gymnasion’a ulaşıyoruz. Buradaki arkeologlardan biri bizi kenelere karşı uyardığı için son derece dikkali yürümeye çalışıyoruz. Gymnasion, Anadolu’nun en sağlam kalmış ve en görkemli Gymnasion’u. Bir zamanlar buradaki derslerin ve spor müsabakalarının zamanda silinmiş seslerinin yerini inatçı cırcır böcekleri almış. Bağırıyor da bağırıyorlar..

Adeta zamanda farklı iki yolculuk yaparmışcasına, Stratonikeia ve Eskihisar’ın binaları arasında keyifle ve şaşkınlıkla dolaşıyoruz. Agoranın, tapınakların direncini zaman çoktan kırmış. Bir zamanların görkemli sütunları, sütun başları her yerde. Kısmen ayakta kalmış Abdullah Ağa ve Halil Ağa konaklarında Stratonikeia’dan kalıntıları ve esinlenmeleri görmek olası.
Ağır ağır bir tur atarak en son köyün hemen yakınında kalmış tiyatroya ulaşıyoruz. Antik kentlerin olmazsa olmazı burada da 10.000 kişilik. Anadolu’da güncel tiyatro binalarından çok, antik tiyatroların olması ise ne yazık ki bizim ayıbımız.Bodrum’a doğru yola çıkmadan evvel, antik tiyatro’nun sıralarında oturup, yüzyıllar öncesinin oyunlarındansa Eskihisar’lı çocukların bir zamanlar burada bağıra çağıra oynadıkları oyunları hayal etmek hoşuma gidiyor. Ben çocukken kendi kendime ne oyunlar sahneye koyardım. Eskihisar’lı çocuklarında koyduğuna eminim, ama onların şansına kocaman bir tiyatroları vardı. Geçen ay yazdığım ve aslında Stratonikeia’ya bağlı Hekate Kutsal Alanı- Lagina’nın hemen yanında büyüyen bir mavilimon okuru yazdığı yorumda kendisini bir prenses olarak hayal ettiği nice oyundan bahsetmiş. Her halde bir zamanlar her Eskihisarlı kız çocuğu alımlı bir prenses, her oğlan çocuğu ise şanlı bir gladyatör olduğunu hayal ederdi buralarda…