23 Temmuz 2008 Çarşamba

Asya'dan Düğünler...

Yaz zamanı, evliliklerin zamanı. Geçen yıllardan farklı olarak, bu yazın büyük bir kısmını İstanbul’da geçiriyorum. Dolayısıyla geceleri havai fişekler, gündüzleride arkasında bir konvoy araba, kornalar eşliğinde hızla trafikte ilerleyen süslü püslü gelin arabaları her daim gözümün önünde.

Son tanık olduğum düğün merasimi ise bizimkilerin cümbüşü yanında oldukça sessiz ve sakindi. Bu yılın Şubat ayında Sri Lanka’da seyahat ederken, yol üzerinde mola verdiğimiz orta halli bir dinlenme tesisinde bir Sinhali düğününe tanık olma, sonrasındada rehberimizden ülkedeki evlilik gelenekleri konusunda bilgi alma şansımız olmuştu.

Evlenmek isteyen çiftin ilk yapması gereken bir astrolog rahibe başvurarak yıldız haritalarını çıkarttırmak oluyormuş. Yıldız haritasını inceleyen rahip, çiftlerin birbirine uygun olup olmadığını söylediği gibi, çiftin evleneceği gün ve saatide bu haritaya bakıp belirliyormuş.

Bizim tanık olduğumuz düğün merasimindeki tek aktivite, kendileri için hazırlanan bir platformda sessiz sakin yanyana oturmakta olan çiftin oldukça uzun bir bekleyişten sonra birbirlerine pasta yedirmeleriydi. Bu seremonide rahip yoktu, ancak o’da belirlediği saatte çiftin evlilik kaydını imzalarmış.

Sri Lanka düğünlerinde bağlılığı simgelemek amacıyla çiftin etrafına bir kumaş sarılırmış. Bu arada damadın, kayınvalidesine kızını yetiştirdiği için teşekkür etmek amacıyla pahalı bir sari hediye etmesi ve seremoninin finalinde ise beyazlar giymiş bir kız çocuğunun dua etmesi adetten sayılırmış. Yine kimi düğünlerde aile büyüklerinden birinin ortasından kestiği bir hindistan cevizinin, çiftin kaderini belirlediğine inanılıyor. Eğer kabuklar düz ve iyi kesilirse, her şeyin iyi gideceğinin işareti, ama eğer parçalanır yada keserken ters dönerse kötü bir geleceği işaret edermiş. Düşünsenize sevdiğinizle anlı şanlı bir düğünle evlenmişsiniz, her şey harika gidiyor, ama seremoninin sonunda sakar bir akrabanın garezine uğruyorsunuz ve kabuklar doğru düzgün duramıyor. Yeni bir hayatın eşiğinde ne kadar moral bozucu bir başlangıç.

Sen merasimin bu kısımlarını gördün mü derseniz, hayır... Biz yarım saat kadar sonra, tekrar yolumuza koyulduğumuzda, pastasını yiyen çift ve etrafta tüm sakinlikleri ile oturmakta olan konukları yine sessiz sakin beklemeye devam etmekteydiler.

Asıl anlatmak istediğim düğün ise Asya’nın anası olarak kabul adilen Hindistan’dan. Görücü usulü evliliklerin oldukça yaygın olduğu ülkede, çiftlerin çıkarılan yıldız haritalarında 21 noktada uyumlu olmaları aranırmış. Aşağıda anlatacağım düğün hikayesinde göreceğiniz gibi uyumlu olmayan noktalarda, hemen paniğe kapılıp, eyvah biz şimdi evlenemeyecekmiyiz diye kederlenmenin pek bir anlamı yok. Anlayabildiğim her derdin bir çaresi var. İşte size Hindistan’da magazin severleri oldukça uzun süre meşgul eden düğünün hikayesi.

Ülkenin dünyalar güzeli kızı ( ki kendisi hakikaten 1994 dünya güzelidir), Bollywood filmlerinin kraliçesi Aishwarya Rai, yine Bollywood’un ünlü aktörlerinden Abhishek Bachchan’a aşık olur. Evlenmeye karar veren çift soluğu doğruca bir astrolog’da alırlar. Fakat heyhat, kader ağlarını örmektedir. Aishwarya, mars gezegeninin etkisi altında olan bir manglik kızıdır ve eğer evlenirlerse Abhishek bir süre sonra ölecektir. Bu haber üzerine çiftimiz, Hint filmlerinde olduğu gibi, birbirlerini süzüp süzüp, ağdalı vede ağlamaklı ama hafiftenden oynak şarkılar söylemeye başladılarmı bilinmez ama astrolog işin ehlidir.

Bulduğu çözüme göre Aishwarya, önce başka biriyle evlenecek, o koca öldükten sonra gelip Abhishek ile evlenip, bir yastığa uzunca bir süre baş koyabileceklerdir.

Şimdi Aishwarya gibi dünyalar güzeli bir kadın olsanızda, sizinle bile bile ölümüne evlenecek bir adam bulmanız yinede mutlaka çok zor olacaktır. Ama dedim ya, astrolog hakikaten iyidir. Bulduğu çözüme göre, Aishwarya önce bir peepal veya muz ağacı ile evlenecek, onun ölümünden sonra ise Abhishek’ine kavuşacaktır.

Ve evet, bu düğün gerçekleşir. Nerede, nasıl olmuş, sonrasında bir düğün yemeği verilmiş mi, yada Aishwarya’nın gelinliği hangi ünlü modacının elinden çıkmaymış bu konuda herhangi bir bilgi bulamadım. Ama astroloğumuzun dediği gibi, bu konuda pekde bir söz şansı olmayan ağacımız hakikaten bir süre sonra ölür ve Aishwarya ve Abhishek’de Hint basınını günlerce meşgul eden dillere destan bir düğün ile Nisan 2007 yılında evlenirler.

Bende şu sıralar gözüme Datça’daki karşı komşumuzun bahçesindeki yakışıklı muz ağacını kestirdim. Yaz sonu sevgilimle evlenmeyi planlıyoruz. Burada şimdi işinin ehli bir Hintli astrolog nereden bulacağız ama işide garantiye almak lazım. Olur es kaza bende bir manglik kızıysam, sevgiliyi evleneceğiz diye heba etmeyelim :))
Fotoğraflar sırası ile: Benim, Flickr'dan Phantommenace, Flickr'dan Dreamwizard, Wikipedia ve Bollywood stars sitesinden

15 Temmuz 2008 Salı

Ne oldu bize???

Alice Waters adını ilk kez geçen gün pod-cast (sesli internet dosyası) dinlerken duydum.Kendisinden Kaliforniya mutfağının kurucusu ve tüm Amerika’nın yemek pişirme alışkanlıklarını değiştiren efsanevi şef olarak bahsediliyordu.

Gezginlerin internetteki en önemli duraklarından biri olan Lonely Planet’ın 26 öyküyü toparladığı ve ‘Kindness of Strangers ‘ – Yabancıların Nezaketi, adını verdiği bir antolojiye küçük bir öykü ile katılmıştı Alice Waters. ‘Türkiye’de çay ve peynir’ adını verdiği öyküde hayatını değiştiren o an’dan bahsediyordu.

Yaklaşık otuz yıl kadar önce yirmili yaşlarının başında Berkley’den mezun olan Alice, arkadaşı Judy Johnson ile eski ve küçük bir Morris Minor marka araba ile Türkiye turuna çıkar. Alice’in hedefi bu tatilden sonra ülkesine dönerek öğretmen olarak çalışmaya başlamaktır.

Yolda iki Fransız gençte kendi arabaları ile onlara katılır. Bu gezgin dörtlünün Türkiye hakkında bilgileri oldukça sınırlı,Türkçeleri ise hiç yoktur ama daha seyahatlerinin ilk anından itibaren Türklerin o hep anlatıla gelen misafirperverliklerinden çok etkilenirler. Bize sahip oldukları herşeyin en iyisini ikram ettiler diye yazar.

Bir keçi sürüsünün yanına kamp kurdukları gecenin sabahında, çadırlarının kapısında buldukları bir tas süt, yada bir köy düğününe katılıp üç gün üç gece yiyip içip eğlenmeleri, Türkiye’den kalan güzel anılardır.

Ama Alice’i asıl değiştiren an Kapadokya’nın uzun, tozlu,sıcak ve tenha yollarında gelecektir.

Her iki arabadada benzinin bitmek üzere olduğunu anladıklarında ,uzun zamandır karşılarına çıkan ilk benzin istasyonunda dururlar. Alice’in utangaç ve kocaman gözlere sahipti diye anlattığı 9-10 yaşlarında bir oğlan çocuğu yanlarına gelerek işaretlerle benzin kalmadığını anlatır.

Yolda kalmaktansa elbette bir benzin tankeri eninde sonunda buraya gelecektir diye orada beklemeye karar verirler. Karınları acıkmıştır ve küçük çocuğa elleri ile ağızlarını işaret ederek, yemek yiyebilecekleri bir yer olup olmadığını sorarlar.

Çocuk onları, içeride küçük kardeşinin uyumakta olduğu bir odaya alır. Odada üzeri halılarla kaplı sıralar ve duvara asılmış kuş kafesleri vardı diye anlatıyor Alice. Belliki çocuğun ailesi dışarıdaydı ve onu küçük kardeşine bakmak ve gelen müşterileri geri çevirmek için benzinlikte bırakmışlardı.

Çocuk hemen topladığı çam kozalaklarnıı ocakta yakarak çay demler, arkasındanda çıkardığı küçücük bir peynir parçasını, zorlukla daha da küçük dört parçaya böler ve konuklarına ikram eder. Çayı içip, minik ve kuru peynir parçalarını yedikten sonra, daha başka bir şey var mı diye sorduk, diye anlatıyor Alice. Ama herşey o kadardır. Sonra uzun saatler boyu orada kalırlar, çocuğun ailesi gelecek mi diye merak ederler, yatar uyurlar, kalkarlar ama gelen giden yoktur. Sonunda yoldan geçmekte olan bir kamyon şöförünü ikna ederek, onun aracından hortumla biraz benzin çekerek tekrar yola devam ederler.

Benim küçük öyküm burada bitiyor diye yazmış. Küçük çocuk karşılığında kesinlikle hiçbir şey beklemeden sahip olduğu herşeyi bize vermişti. Bu küçük güven mucizesi ve misafirperverlik dersi ise benim hayatımı sonsuza kadar değiştirdi diyerek bitiriyor satırlarını.
Bu küçük ve insanın içini ısıtan öyküyü dinledikten sonra ne oldu bize diye düşündüm. Aklımda ise daha bir kaç ay önce barış yolculuğuna çıkmış ve neredeyse sınırımızdan girer girmez tecavüz edip öldürülen ‘İtalyan Gelin’, sanatçı Pippa Bacca geldi. Hakikaten ne oldu bize???

Alice Waters’ın fotoğrafı Wikipedia’dan...

9 Temmuz 2008 Çarşamba

TARSUS (2)


Aynur Koç'un geçen bölümde başlayan Tarsus gezisi devam ediyor......


ULU CAMİ VE SAAT KULESİ

Birlikte ilk olarak Ulu Cami’ye gidiyoruz. Tam da namaz vakti... Cemaatin çıkmasını beklerken caminin kuzeybatısındaki saat kulesini görüntülüyorum. 1890 yılında
Kaymakam Ziya Bey tarafından yaptırılmış olan saat hala tıkır tıkır çalışıyor.

Ulu Cami de Kırkkaşık Bedesteni ile aynı yılda (1597) yine Ramazanoğlu Piri Paşa’nın
oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmış.


Enine dikdörtgen planlı ibadet mekanı ve kuzey tarafındaki revaklı avluda Geç Antik ve Bizans Çağına ait devşirme sütun başları dikkat çekiyor.



ROMA KÖPRÜSÜ

Yürüyerek şehri gezmenin faydasını bu bölgede fazlası ile görüyorum.Uğur’la sohbet ederek yürürken birden önümüze Makam-ı Şerif camiini genişletmek için yapılan çalışma esnasında ortaya çıkan Roma Köprüsü düşüyor. Modern şehrin merkezine çok yakın yerdeki bu antik sürpriz beni çok mutlu ediyor . Her gün yanından defalarca geçenler, ekmek derdine düştüklerinden, heyecanıma katılmaktan çok uzak, hızlı adımlarla yanımdan geçip gidiyor... Bir zamanlar nelere tanıklık ettiğini düşünerek tel örgünün boşluğundan yanlızlığına terk edilmiş köprünün resmini çekmeye çalışıyorum.



DANYAL (DANİEL) PEYGAMBERİN KABRİ
Makam-ı Şerif camiinin altında Tarsus Belediyesi’nin sponsorluğunda, Tarsus Müzesi tarafından yapılan kazı çalışmasında caminin içinde bulunan temsili kabrin altındaki mezara ulaşılmış. Türkiye’de bilinen ilk Peygamber Kabri ‘nin ziyarete açılması için çevre düzenleme çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor.

Kehanetiyle yahudileri Babildeki esaretten kurtardığına inanılan Danyel (Daniel) M.Ö 587
yılında Kudüsü feth eder. Aralarında Daniel’inde bulunduğu başarılı çocukların sarayında eğitilmesini arzu ettiği için Babile götürür .
Bir gün kral kendini Tanrı ilan eder, herkesinde bunu kabul etmesini ister. Danielin hayatı bu olayla değişecektir. Zira Daniel durumu kabullenmeyecek,ceza olarak aslanla dolu çukura atılacaktır. Ne var ki üç gün sonra çukurun kapağı açıldığında aslanların Danyal ‘a itaat ettiği görülecek, beklenmedik durum üzerine II. Nabukadnezar Tanrı olmadığını açıklamak zorunda kalacaktır.

Daniel, bundan sonra yahudilerle ilgili kehanetleri gerçekleştirdikçe , yavaş yavaş peygamberliğe geçecek ve Babil dışına pek çok seyahat yapacaktır.
Ziyaret ettiği yerlerden arasında Tarsus’un farklı bir yeri olur. Tarsus’a gelişi kıtlık zamanına rastlar . Rivayete göre gelişi ile şehre bolluk ve bereket getirdiği için Tarsus halkı Babil’e dönüşüne izin vermez ve ölünceye kadar Tarsus’ta yaşar.
Hz. Danyel bereket peygamberi olarak dinler tarihindeki yerini alır.

KUBAT PAŞA MEDRESESİ




Roma Köprüsü ortaya çıkınca Makam-ı Şerif caminin cemaatine yeni yer açmak gerekir. Hemen karşısında geçmişte müze olarak kullanılan Kubat Paşa Medresesi’nin bir bölümü, müzenin buradan yeni binasına taşınmasıyla ibadete açılır.
Ramazanoğlu Beyi Kubat Paşa tarafından 1550 de yaptırılan ve o zamandan günümüze kadar gelen tek eğitim ve öğretim kurumudur.

BİLAL-İ HABEŞ

Gelelim müslümanlar için önemli olan Bilal-i Habeş Mescidi’ne.
Antony Queen’li ‘’Çağrı’’ filmini hepimiz defalarca izlemişizdir.
Hz. Muhammed’e ilk inanlardan olan Bilal-i Habeş yanık sesi ile okuduğu
ilk ezan ile gönüllerimizde farklı yer etmiştir.
Hz. Ömer zamanında feth edilen yerleri ziyaret eden Bilal-i Habeş ‘in
Tarsus’ta kaldığı misafirhane sonradan mescide dönüştürülür ve temsili kabir yapılır.
Arap ordularının meşhur müezzini olarak ünlenen Bilal-i Habeş’in misafirhanede kaldığı
süre içinde ezan okuyup namaz kıldırdığı söylencesi mescide ilgiyi daha da artırmıştır.





KLEOPATRA KAPISI

Atatürk parkı tarafına doğru yöneldiğimizde tarihi Kleopatra kapısını görüyoruz.
Deniz Kapısı, Silike Kapı ve St.Paul Kapısı gibi isimler kullanılsa da M.Ö 41 yılında
o zamanlar deniz olan bu bölgede Marcus Antonius, Kleopatra’nın gemisini karşılayıp,
kente buradan girdikleri için tutan isim Kleopatra Kapısı olmuş.
İsim koymakta çok usta olan halkımız Sezar’dan sonra dönüp birde Marcus Antoinus’la
aşk yaşayan Kleopatra’yı içine pek sindiremediği için bu kapıya uzun yıllar
“Kancık Kapı”da demiştir.


Kapının hemen önündeki meydanda çok güzel bir Atatürk heykeli bulunuyor.



Milli Mücadele yıllarında Çukurova (Mersin, Tarsus, Dörtyol, Adana) Kuva-i Milliyecilerinin Mustafa Kemal’in gönlünde farklı biri yeri olmuştur. Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra bölgeyi işgal eden Fransızların, Ermenilerle iş birliği
yapmaları yöre halkına eziyet etmeleri Kuva-i Milliyecileri sonunda
çileden çıkarır. Kuva-i Milliye hareketinin ilk kıvılcımı 1919 da burada çakar.
Mustafa Kemal’in Tarsus için iki önemli cümlesi vardır.
“Tarsuslular sizlerle gurur duyuyorum” ve
“Tarsuslular, Sizleri, Tarsus’u hayatım boyunca gönlümde taşıyacağım”.


En sonuncusu 23 Mayıs 1938 de olmak üzere, Atatürk , Tarsus’u 3 kez
ziyaret etmiştir. Yolculuklarında kullandığı lokomotif ve
vagonlardan bazıları bugün Tarsus Tren İstasyonu’nun önünde sergilenmektedir.TARSUS MÜZESİ

Kubat Paşa Medresesi’nden yeni binasına taşınan Tarsus Müzesi mutlaka ziyaret edilmelidir.
Müze içindeki Kalkolitik, Tunç ve Demir Çağı eserleri Adana yöresi ve Doğu Anadolu buluntularıdır.
Arkaik, Klasik, Helenistik dönem eserlerin yanı sıra gözyaşı şişeleri, bronz heykeller, amphora ve kantar gibi Roma eserleri müzeyi zengin kılmaktadır.
Bahçede ve alt katta bulunan mezar stelleri ve pişmiş toprak mezarlar M.Ö. 6. yüzyıldan
M.S. 5. yüzyıla kadar Tarsus ve yöresinin ölü kültünün belgeleridir.




NUSRAT MAYIN GEMİSİ
Çanakkale nere Tarsus nere demeyin!
Tarsus Belediyesi burada bir Çanakkale Parkı oluşturmuş.
275 Kg.lık mermiyi sırtında taşıyan Seyyid onbaşı da burada, Nusrat Mayın gemisi de.
Tophaneli Hakkı Bey komutasında Çanakkale Savaşı’nın hiç şüphesiz bir büyük kahramanı da Nusrat Mayın Gemisi’dir. Aslının Tarsus’ta, taklidinin Çanakkale’de olması kaderin bir cilvesi gibidir. Bir gecede Boğaz’a onlarca mayın döşeyen Nusrat bugün altına döşenmiş olan
ufak havuzda, binalar arasında, denizden uzak bir yerde tek tük ziyaretçisini bekleye dursun Çanakkaledeki kopyası hergün yüzlerce ziyaretçinin akınına uğruyor…
Yine de Nusratı jilet olmaktan kurtarma duyarlılığı gösterdiği için Tarsus Belediyesi’ne şükran duymalıyız.


TARSUS’UN HEMEN YAKININDA GÖRÜLMESİ GEREKEN YERLER

ŞELALE


Şelale, Tarsus’un 3 km. kuzeyinde antik devirdeki adı Kidnos (Cydnos) olan, soğuk suyu nedeniyle arapların Berdan adını verdiği nehir üzerinde.
Romalılar döneminde şelalenin bulunduğu alan nekropol olarak kullanılmış. İyi bir yüzücüyseniz bugün şelalenin derinliklerinde suyun altında kalan mezarları görebilirsiniz.

Şelale manzaralı lokantada dostlarla hem yemek yemek hem de gezinin notlarını paylaşmak üzere mola veriyoruz.

Menü: Fındık lahmacun, acılı ezme, acı ezmeli ekmek, Ali Nazik, humus, içli köfte, fellah köftesi gibi arap etkisindeki ( Doğu ve Güney Doğu Anadolu benzeri) yerel yemeklerle sadece bu yöreye özgü sıkma (bir nevi dürüm) masaya dizilince kilo alma korkusunu bir tarafa bırakarak bir güzel yemeğe başlıyoruz. Tüm bunların üstüne tatlı olarak tahin helva ile mamul ( kurabiye) ve limonata eklenince masadan kalkmak zorlaşıyor


Acılı Ezme -Acı Ezmeli Ekmek


Ali Nazik - Fellah Köftesi

Fındık Lahmacun - Humus


İçli Köfte - Sıkma

Mamul (kurabiye) - Tahin Helva


Söz yemekten açılmışken:
TARSUS’ta ne nereden alınır? nerede ne yenir?
Humus- Kervan Humus,
Tahin Helva –Okyay Gıda San,
Tarsus fındık lahmacun-Bardakaltı lahmacun,
Mamul-Meyan,
Tarsus baklavası-Keleşoğlu,
Tarsus cezeryesi-Görallar, Ziya Dede, Şekeroğlu,
Boyan-Meyan,
Yöre yemekleri- Hakkı Usta Kent Lokantası, Anadolu Sofrası,
Sıkma-Adana Havaalanı yolu üzerindeki tüm çay bahçelerinde.


Bu arada masanın altında keyifli keyifli dolaşan bir köpek dikkatimi çekiyor. Tarsuslu arkadaşlar iftiharla köpeğin bu yörenin Türk Pointeri olarak adlandırılan meşhur av köpeği ‘’Çatalburun’’ olduğunu söylüyorlar.
Çok sevimli ‘’Çatalburun’ lar Tarsus’un başka bir zenginliği ama zenginlik
kelimelerde takılı kalıyor, Zira koruma altına alınamadığı için sayıları gittikçe azalıyor.
ESHAB-I KEYF( YEDİ UYURLAR) MAĞARASI
Tarsus’un 12.km kuzeyinde efsanesiyle ünlü mağara.
Öyküsü: Tek tanrı inancına sahip yedi hristiyan kardeş zamanın putlara tapan
Dakyanus adlı hükümdarından korunmak için köpeklerini de yanlarına alarak
bu mağara sığınırlar ve yaklşık 300 yıllık uykularına dalarlar. İlk uyananYemliha olur. Yiyecek almaya gittiğinde elindeki paranın geçerli olmadığını fark eder.
Yemliha gördüğü yeni ortama ,yeni kıyafetlere vs. inanamaz . İnsanlar da onun anlatıklarına . Artık hristiyanlık iyice yayılmıştır. Bu 7 kişi hristiyanlığa ilk inanlardan sayıldıklarından
mağara kutsal hale gelir.

Kuran-ı Kerim’de Keyf süresinde bu mağaradan söz edilmesi, hristiyanların
yanı sıra müslümanlarında buraya ilgisini artırmıştır.


Yedi Uyurların ismilerinin en altındaki köpekleri Kıtmir.

Mağara müslümanlar için de önem kazanınca Sultan Abdülaziz Eshab-ı Kehf’e 1837 de bir cami yaptırır. Bugün mağarayı hristiyanlardan ziyade müslümanların ziyaret ettiği söyleniyor.


JUSTİNİANUS KÖPRÜSÜ (BAC KÖPRÜSÜ)



Adana-Ankara yolunun Tarsus girişinde bulunan bu üç gözlü köprü, Bizans İmparatoru Justinianus tarafından inşa ettirilmiştir.
Osmanlı zamanında bu köprüden geçenlerden alınan paraya vergi anlamına gelen Bac denildiği için Bac Köprüsü de deniliyor.


YENİCE TREN İSTASYONU

Churcill , Türklere ilk kez 1915 de Çanakkale’de yenilir. İngiltere tarihinin bu en acı mağlubiyeti onu işinden ve mevkiinden eder.

Aynı Churchill yıllar sonra, Kahire Toplantısı öncesinde Tarsus yakınındaki Yenice’ye
30 Ocak 1943 tarihinde gelir ve İnönü ile trende toplantı yapar.
Gelişinin amacı, geçmişte savaştıkları Türkleri bu defa kendi saflarına alıp İkinci Dünya Savaşına sokmaktır. İkinci yenilgiyi de burada alır. İsmet İnönü sunulanları yemez ve savaşa girmeyiz.

Bu toplantının yapıldığı tren şimdi Yenice İstasyonu dışında Vagon Müze olarak sergileniyor. Biz geldiğimizde müze kapanmıştı, vagonun içine giremedik, Barış Parkı olarak düzenlenmiş mekanı gezmekle yetindik.



St. Paul yılı nedeniyle sizin de yolunuzun Tarsus’a düşmesini dileyerek
arkamda zengin tarihini ,efsanelerini , Kleopatrayı, Ciceroyu, Lokman Hekimi,
C. Tütengili, diğer tüm iz bırakanları , yeni edindiğim dostlarımı ve dini renkliliği
ile bir zamanlar Romaya senatör gönderen Akdenizin güzel kenti Tarsus’u yeniden
gelmek üzere geride bırakarak trenle Mersin’e dönüyorum.

Not: Tarsus adı ilk kez M.Ö iki bininci yılda Hitit metinlerinde Tar-Şa (Uru Tar-Sa) olarak geçer.

Aynur Koç
k_aynurkoc1@yahoo.com.tr
18 Nisan –26 Nisan 2008 Tarsus-Mersin gezi notlarım ve fotoğraflarımdan (Bedesten ve Medrese Uğur Pişmanlık’a ait) derlenmiştir.

Teşekkürler Aynur... Yolların hep açık olsun