22 Şubat 2013 Cuma

Fez - FAS



Fas’ın bence en güzel ve en otantik şehirlerinden biri olan Fez’e ulaştığımızda öğleden sonra saatleri yavaş yavaş akşama dönüyordu. Burada iki gece bir İngiliz’in sahibi olup işlettiği Dar el Menia isimli otelde kalacağız. İki gece için 120 euro’ya anlaşmıştık. Otelde sahibi Graham ufak kızı ile birlikte yaşıyor ve oldukça iyi bir servis veriyor. Yaklaşık bir ay önce e-mail adresimize oteli ve kenti tanıtan, çeşitli ipuçları içeren altı sayfalık bir doküman yolladı. Fez’e ulaşmadan bir gün öncede geliş detaylarımızı öğrenmek için bir e-mail daha attı. Belirttiği otopark’a ulaştığımızda onu telefonla aradık ve adamı gelip bizi hemen aldı ve otele götürdü.. Seyahatimizde hep eski şehirlerin içinde otellerde kalmayı tercih ettiğimiz için, bu otelleri bulmak en büyük sorunlarımızdan biri oldu. Dolayısıyla Fez’de aldığımız bu servis tek kelime ile harikaydı..




Dar el Menia daracık sokaklardan geçilerek gidilen, son derece güzel detaylar ve aksesuarlarla restore edilmiş, eski bir Fas evi. Özellikle kaldığımız oda bir harika. Graham burayı beş yık kadar önce 16.000 pound’a almış..Dayanamayarak emlak fiyatları Türkiye’ye göre oldukça ucuzken sevgili ile hemen böyle bir yerde yaşayabilirmiyiz diye hayal kuruyoruz. Sonuç negatif…Çok güzel bir ev olmasına rağmen, Medina’nın daracık yollarından evler fazla ışık almıyor. Evden dışarı çıktığında da burada sürekli yaşayan biri için fazla yapacak bir şey, hava alınacak bir yer yok..

Oda da biraz dinlenip, akşamüzeri içkilerimizi aldıktan sonra, önce biraz dolaşmak, sonra da akşam yemeği yemek için dışarı çıktık. İlk geceki yemek durağımız Cafe Clock. Hemen hemen bütün rehber kitaplarda adı geçen, eski Fez’de ünlü bir cafe. Yabancıların ve parası olan Fas’lıların geldiği, hafta içi çeşitli konserlerin düzenlendiği hoş ama biraz fazla her yere masa tıkıştırılmış bir yer…

Yemek sonrası biz ağır ağır otele dönerken, eski Fez’de yüzyıllardır sürdüğü gibi dükkanlar yavaş yavaş kapanıp, ortalık derin bir sessizliğe, biraz da ürkütücü bir tenhalığa  bürünmeye başlamıştı. Otelin bulunduğu ve kimi bölümleri sadece bir kişinin geçebileceği kadar dar olan sokak gecenin karanlığında oldukça ürkütücü, ve hiç ışık yanmıyor.Evlerin dışa açık penceresi olmadığı için sızan bir ışık da yok, ama akşam çıkmadam evvel Graham ile konuşmuştuk. Burası çıkmaz bir sokak ve burada yaşayan herkes birbirini tanır, yabancı biri derhal dikkat çeker demişti.Burada yaşadığı beş yıl içinde her hangi kötü bir olayla karşılaşmadığını da ekledi…



Gece ara ara sürekli yağmur yağmasına rağmen sabah kalktığımızda hava açmıştı ve otelin terasında keyifli bir kahvaltı yaptık. Bu arada otel ile ilgili dün akşam aklımıza takılan bir sorunun cevabını da öğrendik. Buzdolabı gibi evin büyük eşyaları, sokağın dar bölümlerinden geçmeyeceği için, yan komşunun bahçesinden yukarı çekilip, bizim otelin terasından tekrar aşağıya sarkıtılmış. Buralarda taşınmak bayağı ciddi bir iş olsa gerek, bir doluda güçlü kuvvetli adam lazım..

Kahvaltı bitimi,kendimizi dünyanın en büyük ve en iyi korunmuş Ortaçağ İslam kentlerinden birinin sokaklarına attık.. Fez şehrinin tarihinde hareket 818 yılında Cordoba’dan sürülen yüzlerce Müslüman ailenin şehre gelmesi ile başlıyor. Bunlardan bir süre sonra Tunus’dan gelen 300 ailenin yardımı ile Fez , Fas’da İslam ve Arap kültürünün merkezi oluyor.

1250 yılında Merenitler Fez’i emperyal şehir statüsüne çıkartarak burada çok önemli binalar inşa etmeye başlıyorlar.Fes el-Bali olarak bilinen bu eski kentin batısına da yeni Fez anlamına gelen Fes el-Jedid ismini verdikleri kenti kurmaya başlıyorlar. Bizim bugün bildiğimiz asıl yeni Fez, Ville Nouvella 1912 yılında sonra manda döneminde kurulmuş olan yeni ve modern bir şehir…


Biz tüm günü Fes el-Bali’nin  sokaklarında geçirmeye başlıyoruz. Bu şehrin daracık labirant misali sokaklarında Endülüs’den gelen ustalarca inşa edilmiş çok değerli binalar var.Ebu İnan medresesi ve dünyanın en eski üniversitelerinden biri olan Karaviyin medresesinin de merkezi olan Karaviyin Cami bunlar arasında.
Fez’in en güzel suoklarından biri, ağaçların gölgesi altında ki Henna yani kınacılar çarşısı. Biraz da acemiliğimizden faydalanan Muhsin burada bizi yakalıyor ve küçücük dükkanından çıkmamıza müsaade etmeden, o güzel mavi beyaz desenlerle süslü Fes seramiklerinden bir dolu satıyor. Burada adet olduğu üzere saatlerce süren pazarlık, nane çayı ile renkleniyor. Daha sonra Muhsin bizi yandaki bir binanın çatısına çıkardı ve oradan bu harika kente tepeden baktık, fotoğraf çektik..




Bu arada Henna souk hakkında ilginç bir bilgi.Merenitler zamanında 1286-1307 arası yaşamış Ebu Yakup Yusuf burada çok büyük bir akıl hastanesi inşa ettirmiş. Aynı zamanda ne ilgisi varsa leyleklerinde tedavi edildiği bu hastane 1944’e kadar buradaymış. !6 yüzyılda gezgin Afrika’lı Leo’da iki yıl burada çalışmış.

Muhsin’den kurtulmamız biraz zor oldu ama Muhsin’i bıraktık demirciler çarşısının oralarda Hamza’yı bulduk, bizi Fez!in meşhur dericiler çarşısına götürmesi için anlaştık. Rehberlik lisansı olmayanların, turistleri gezdirmesi yasak olduğundan Hamza bizi Ortaçağ’dan beri derilerin tabaklandığı Vadi Fez bölgesine götürmek için kocaman bir daire çizdirdi. Polise yakalanmamak için labirent sokaklarda neredeyse yirmi dakika kadar yürüdük. Sonra Hamza bizi ağbim dediği bir adama teslim etti. O ağbi aldı bizi tabakhanelerin görülebileceği, deri veçeşitli hediyelik eşyaların satıldığı çok katlı bir binanın çatısına çıkarttı ve başka bir adama teslim etti.  Buraya kadar iş casusluk hikayeleri gibi gittiyse de, çatıdan derilerin nasıl işlendiğini gördük, bilgi aldık. Daha önce de görmüş olmama rağmen feci bir kokunun eşlik ettiği çarpıcı bir manzara….
Sonrasında bu dükkandan alışveriş yapmadan çıkmanın hemen hemen mümkün olmadığını bildiğimizden, konuyu fazla uzatmayıp bir kemer alıp ellerinden kurtuluyoruz..






Etrafta yenecek doğru dürüst bir şey bulamadığımız için öğle saatlerinde hem biraz dinlenmek, hemde biraz bir şeyler yemek için otele dönüyoruz. Öğle yemeği menümüz sokaktaki bakkaldan aldığımız sıcacık yuvarlak pide benzeri ekmek, tanıdık bir Fransız eritme peynir ve otelden aldığımız ufak bir şişe buz gibi beyaz şarap. Lezzetli bir ziyafet oluyor..

Öğle yemeği sonrası biraz dinlendikten sonra, kendimiz tekrar sokaklara attık. Yarın sabah buradan ayrılırken elimizde çok fazla eşya olmasın diye, yapılan alışverişlerin torbalarını arabaya yerleştirip, daha yavaş bir tempo ile tekrar sokaklara dalıyor, ufak tefek bir şeyler alıyor, dinlenmek için cafelerde nane çayı içiyoruz.
Burada Fransızlardan kalan inanılmaz bir cafe kültürü var. Bizde ki kahvehanelerden farklı, kaldırım kenarına dizilmiş ufak masaları ile tipik Fransız kafelerine çok benziyorlar ama müşteri profili turistleri saymazsak Ortadoğulu, yani %99’u erkek. Kahve yada nane çayı içiyorlar. Zaten burada çay dendimi direkt şekerli nane çayı geliyor. Siyah çay ya da şekersiz istediğinizi ayrıca belirtmeniz lazım.







Ben daha önceki Fas gezimde tajinli, kuskuslu ve bol kuzulu Fas mutfağını çok beğenmemiştim ama hem Behçet bir denesin, hem de buralara gelmişken yemeden dönmeyelim diye bu akşam otel sahibinin tavsiye ettiği, yerel yemekler sunan bir evde yemek yiyeceğiz.

Dar Hatim restaurant’ı kendi başına bulabilmek hiç kolay değil. Aynı zamanda büyük bir aile evi olan bu restaurant’da kayınvalide-gelin pişiriyor, gelin servis yapıyor, oğlanlarda müşterileri otellerden alıp, sonra da geri götürüyorlar. Baba Fuat ise dekorasyon misali kasanın başına oturmuş. Şirin bir aile, son derece güzel ve tahminen karlı bir düzen oturtmuşlar.
Bizide evin oğullarından biri tam anlaştığımız saatte otelden alıyor. Neredeyse yarım saat civarı labirentlerde yürüyoruz. Bir restaurant olarak evin çok bir al benisi yok, önden bol bol meze geliyor sonra da seçtiğimiz ana yemekler. Ben sebzeli kuskus yiyorum, Sevgili de bademli pilav yanında et. Alkol yok, yine Cola’ya talim. Yemekler belki Fas mutfağının çok güzel örnekleri olabilir ama ikimizinde damak tadına pek uygun gelmiyor. Ortamda çok keyifli olmadığı için yemekler biter bitmez hemen otele dönüyoruz. Bizi getiren bu kez de geri götürüyor. Otantik bir Fas evinde, Fas mtfağı ama keşke bu gece daha keyifli başka bir yerde yeseydik. Zaten bu tüm gezimiz boyunca Fas mutfağını ilk ve son kez denememiz oluyor…

1 Şubat 2013 Cuma

Rabat'dan Fez'e - Volubilis, Mevlay İdris

 Sabah Rabat’dan Fez’e yola çıkmadan evvel otelde güzel bir sabah kahvaltısı yaptık. Fas’da kahvaltıda genellikle ekmek yerine ufak krepler ve yufka kızartmalar geliyor ama bunlar bize biraz ağır geldiği için çoğu kez geri gönderip yerine ekmek istedik. Aslında ilginçtir ülkede bol miktarda zeytin yetişmesine rağmen, yemeklerinde, salatalarında fazla zeytinyağ kullanmıyor gibiler. Kullandıkları yağ her neyse bizim damak tadımıza çok uygun değildi.



Akşamüzeri Fez’e ulaşmadan önce bugünkü programımızda Volubilis antik kenti ve Mevlay İdris var. İkisi de birbirine oldukça yakın..
Volubilis’e giderken Meknes kentinden geçiliyor ama biz orada fazla oyalanmadık. Burada görülecek fazlaca bir şey yok. Bir tek Mevlay İsmail’in mimari mirasının baş tacı olan anıtsal Bab Mansur kapısı görülebilir.



Biz ilk önce Volubilis’e gitmek istiyoruz ama ulaşmak bizi biraz zorluyor. GPS’in gösterdiği yoldan gittiğimizde yolun çökmüş olduğunu gördük, geçebilmek mümkün değil. Antik kentin hemen yakınında olmamıza rağmen, içeri girebilmek için geri dönüp yarım saate yakın bir yol yapmamız gerekti.




Volubilis ufak bir antik kent, gezmesi oldukça kolay ve giriş 10 dirhem. Volubilis Romalılar 45 yılında Moritanya’yı ele geçirince önem kazanan bir kent. Binaların çoğu birinci ve ikinci yüzyıllardan kalma, ancak çoğu Roma şehrinin aksine burada bir tiyatro ve stadyum yok.
Şehirdeki zafer takı ve bazilika en etkileyici binalar, özellikle bazilika oldukça sağlam durumda. Birde şehri gezerken yağmurun, güneşin ve mevsimlerin insafına bırakılmış çok güzel taban mozaikler görmek mümkün..


Volubilis Fas’daki en önemli antik kent ama bizdekilerle kıyaslanınca biraz sönük. Hele biz yaklaşık 1 ay önce ülkemizde Sagallassos, Hieropolis,Laodikeia ve Kibyra’ yı kapsayan bir antik şehirler turu yapmışken, bize biraz daha sönük ve alçakgönüllü geliyor.Bunu akşam Fez’de kaldığımız otelin İngiliz sahibi Graham’de onayladı.  ‘’ Benim için muhteşem bir yer ama Türkler, İtalyanlar ve Yunanlılar bu kanıda değil. Onların haricinde hangi milletten insan göndersem bayıldılar’’ dedi.



İkinci durağımız Mevlay İdris kasabası Volubilis’e sadece 3 km uzaklıkta. 8 yüzyılda Fas’daki ilk Arap hanedanlığını kuran 1. İdris’in anıt mezarı burada. İdris, Hz Ali’nin soyundan geldiği için bu kasaba Fas’lı Müslümanlarca kutsal kabul ediliyor. Eskiden Müslüman olmayanların kasabaya girmelerine izin verilmezken bugün sadece türbe ve camiye giremiyorlar, ayrıca kasabada sadece Müslümanlar konaklıyabiliyor.




Arabayı meydana yakın bir otopark’a bıraktıktan sonra önce türbeye gittik. Behçet ayakkabı çıkartılacağı için girmek istemedi ben bir bakayım dedim. Her yerde olduğu gibi burada da yardım edelim mi diye yanımıza gelene Türk ve Müslüman olduğumuzu kanıtladıktan sonra, ben başımı örtüp içeri girdim. Türbenin bulunduğu yere ulaşana kadar ortasında fiskiyeli çeşmelerin olduğu avlulardan geçiliyor. Biraz fotoğraf çektim, biraz oturup insanları izledim ama türbenin asıl girişi yine bir dolu adam tarafından tutulmuştu ve yine bir dolu gereksiz soruya muhatap olmamak için içeri girmedim. Eskiden selamunaleyküm, aleykümselam der girerdim ama anlatıldığına göre şimdi bunu Müslüman olmayanlarda öğrenmiş, dolayısıyla tipini Müslüman’a benzetemediklerine sorulan sınav soruları artmış. Benim gibi batılı tarzda giyinmiş, tipini batılıya benzettiklerini kelimei şahadet getirtip birkaç dua okumadan bırakmıyorlar içeri..


Türbe sonrası şehrin geniş ve hoş meydanında biraz dolaşıp fotoğraf çektik. Etrafta bir dolu adak mumu ve dini hediyelik eşya satan dükkan var. Meydan da çok güzel kına dövme yapan kadınlar vardı, yaptırmak istedim ama Sevgili hava kararmadan Fez’e girmek istediği için mecburen vaz geçmek zorunda kaldım..



Daha sonra otoparkın yakınlarında ufak bir ızgaracı dükkanının yol kenarına attığı masada öğle yemeği yedik. Kıymadan yapılma şiş ve salata. Çok lezzetliydiler. Fas’da bir de yemek öncesi aperatif olarak çeşitli baharatlarla harmanlanmış zeytin geliyor. Ufak pideye benzeyen ekmekleri ile çok iyi gidiyor ve çok lezzetli.

Akşamüzeri Fez’e girerken ilk önce yine motorsikletli sahte rehberleri atlatmak zorunda kaldık. Araba ile seyahat ediyorsanız maalesef bunlarla her şehir girişinde karşılaşıyorsunuz.  İçinde turist olan arabayı deli gibi takip edip, sağından solundan girip çıkarak size otel bulmayı, şehri gezdirmeyi teklif ediyorlar.Siz zaten yorgun ve bezmiş bir şekilde kendi yolunuzu bulmaya çalışırken bu trafik canavarları işinizi çok kolaylaştırmıyor. Bu yazıyı şimdilik burada bitirayim Fez bir sonraki yazının konusu olsun..