Şu ana kadar İngilizlerle de İngiltere ile de çok bir işim olduğu söylenemez. Yıllar önce bir seminer için Londra yakınlarına gitmiştim, gitmişkende Londra’da bir kaç gün geçirmiştim o kadar. Ama uzaktan uzağa hayran olduğum bir, iki özellikleri vardır. Öncelikle eskiyi korumalarına bayılırım. Özellikle ülkenin kırsalında 200- 300 yıldır aynen korumayı başardıkları kasabalarda, evlerde oturanları kıskanırım. Sonra kolonyal dönem İngiltere’sinin maceracı insanlarının hiç bilmedikleri uzak uzak ülkelere gidip, sonrasında da oralarda kendi küçük İngiltere’lerini kurmaları ve sanki ülkelerinden hiç ayrılmamışcasına geleneklerini sürdürmeleri beni hem eğlendirir, hem de çok şaşırtır.
Hele o beş çayı adetleri. Televizyondaki dizilerde ya da filmlerde görmüşsünüzdür. İster Ortadoğu’nun çöllerinde olsun, ister Burma’nın balta girmemiş ormanlarında, ya da ateş altında saklanmak zorunda kaldıkları barınaklarda, siperlerde, o beş çayı hep içilir.
.jpg)
.jpg)
19. yüzyılda Sri Lanka’ya gelen İngilizler de bu adetleri sürdürmüşler tabiki. İlk karşılaştıkları sorun tahmin edebileceğiniz gibi, soğuk ve kapalı İngiltere havasından sonra, Sri Lanka’nın tropik sıcağı ve güneşi olmuş olmalı. Ama zaman içinde bu soruna da bir çözüm bulunmuş ve Nuvara Eliya kasabası kurulmuş. Ülkenin dağlık bölgesinde bulunan bu bölgeyi, serin iklimi ve çay ekimine elverişli toprağı nedeniyle çok seven İngilizler, burayı adeta ihya etmişler.
Nuvara Eliya kasabasını kuran Samuel Baker ise tam bir kolonyal dönem İngiliz. Hayat hikayesini çok sevdim. Neredeyse tüm kolonilerde yaşamış, bol bol avlanmış. Dünyanın her yerinde adeta kendi evinde gibi yaşamış. Bu arada bir dönem İstanbul’da da bulunmuş. İşte bu İstanbul döneminde esir pazarından satın aldığı ve bir Bulgar prensesi olduğu iddia edilen bir kadınla evlenmiş. Dedikodulara göre sonrasında karısının geçmişi nedeniyle Kraliyet ailesindeki dostları ile çok da fazla görüşemez olmuş.
.jpg)
.jpg)
Sri Lanka’nın dünyaca ünlü Seylan çaylarının yetiştiği bu bölgede önceleri kahve yetiştiriliyormuş. Ancak tüm kahve ağaçlarını kırıp geçiren bir hastalık sonrası çay ekimine başlanmış ve bence çok da iyi edilmiş. Kolonyal dönemde mülkiyetinde bulundukları ailenin adı ile anılan çay plantastonları, bugün büyük Sri Lanka’lı şirketlerin elinde olsa da, adlarını korumayı sürdürüyorlar. Kolonyal dönemden kalma binaların dışında, korunan bir başka şey ise çay fabrikaları. Büyük teneke kutu biçiminde inşa edilmiş bu fabrikalar halen yemyeşil çay tepeleri arasındaki yerlerinde gururla kurularak çay üretimine devam ediyorlar.
Nuvara Eliya’da bizimde kalacağımız otel, işte bu fabrikalardan birinin otele dönüşmüş haliydi. Sunday Times gazetesi tarafından dünyanın en iyi 100 otelinden biri seçilen The Tea Factory’e ulaşmamız ise hiç de kolay olmadı. Kandi şehrinden yola çıktığımızda hava tipik Sri Lanka havasıydı. Sıcaktı, nemliydi ve bunaltıyordu. Sonrasında yavaş yavaş dağlık bölgede yükselmeye başladık. İlk çay bahçelerini görmeye başladığımızda, otobüsün içine tatlı bir serinlik çökmüştü bile.
.jpg)
.jpg)
Hayran hayran etrafı seyredip giderken, doğa şunlara bir sürpriz daha yapayım dedi. Önce hafiften yağmaya başlayan yağmur, sonrasında bardaktan boşanırcasına yağmaya başlayınca, etraftaki yeşilin tüm tonları bütün parlaklığı ile şıkırdamaya başladı. Hele o çay ağaçlarının yeşili yok mu, onlar apayrı parlıyordu. Sonrasında ise muhteşem bir gökkuşağı çıkmasın mı. Deyim yerindeyse görsel bir keyiften ölmek üzereydim...
Bu zarif kıyafetim, çamurlanmış çoraplı terliklerimle otelin lobisinde oda anahtarını beklerken, ağır ağır merdivenlerden inen bir çift ise tüm grubumuzu derin bir şoka uğrattı. Seyahat arkadaşlarımın şıklığı da benden pek geri kalmazken, merdivenlerden inen hanım omuzlarını açıkta bırakan ve parlak payetlerle süslenmiş siyah uzun bir tuvalet ve ince topuklu açık bir ayakkabı giymiş bulunmaktaydı. Üstelik biz soğuktan bırrrr lamaktayken, o sadece ince bir şala sarınmıştı. Şaşkın Türk bakışlarının ağırlığı altında ezilen çift bizim geldiğimiz minibüs’e binerek gecenin karanlığında kayboldu.
Günlerden 14 Şubat’tı ve sonraki tahminler, çiftin bölgede bulunun golf klübüne yemeğe gittikleri seçeneği üzerinde yoğunlaştı. Kendi kendime bunlar kesin İngiliz dir dedim. Kolonyal dönemde, her iklimde ve her şartta, o bej keten takımları, yerleri süpüren upuzun elbiseleri giymeyi başarabilen bir ulusun evlatları da böyle oluyordu işte.