28 Kasım 2010 Pazar

Edirne

Hem emekli hayatı yaşamanın, hemde yılın önemli bir kısmını Datça’da geçirmenin, İstanbul’un o dillere destan sabah trafiğini bize unutturduğunu daha sabah yola çıkar çıkmaz anlaşmıştık ama iş işten de geçmişti. Anadolu yakasından Mahmutbey gişelerine ulaştığımızda neredeyse bir Edirne yolu kadar zamanı trafikte harcamıştık bile.






İstanbul’a giriş ve çıkıştaki trafik hesaba katılmazsa, Edirne İstanbul’dan günü birlik gidilecek harika bir destinasyon. Önce yol yorgunluğunu Saraçlar Caddesinde bir cafe’de içilen çaylarla giderdikten sonra Edirne’nin ünlü eski çarşılarında ve ara ara eski ahşap evlerle bezenmiş sokaklarında uzun bir tura çıkıyoruz. Eminim bir sürü maddi ve bürokratik sorun vardır ama eski evlerin neredeyse hiçbirinin doğru dürüst restore edilmemiş olması son derece üzücü.




Edirne’nin Osmanlı döneminden günümüze ulaşmış hatta biraz da fazlaca iyi, sanki dün yapılmış gibi restore edilmiş çarşılarında ise bir başka hayal kırıklığı bekliyor beni.Güzelim çarşıların içi, İstanbul’un Mahmutpaşa’sından, Laleli sinden farksız. Bu çarşıların bir kısmı el emeklerini sergiledikleri Edirne’li sanatçılara ayrılamaz mıydı acaba??




Öğle yemeğinde Edirne’nin meşhur ciğerini yiyoruz. Edirneli arkadaşımız Can bizi telefonla Niyazi Usta’ya yönlendiriyor. Tek kelime ile harika. Ben yanında gelen kızartılmış acı biberleri denemeye korkuyorum ama acı seven sevgili deniyor ve yanıyor…






Yemeğinin ardından minik köpeğimiz Hera’yı, öğle uykusunu alması için arabaya bırakıp doğruca Selimiye’ye gidiyoruz. Mimar Sinan’ın 80’li yaşlarında yaptığı bu eser sanat tarihi uzmanı Dr. Deniz Esemenli’nin katıldığım bir seminerinde söylediği gibi dünyanın en zarif, en aristokrat ve en entelektüel eserlerinden biri. Selimiye’yi son ziyaretimin üzerinden neredeyse 10 yıla yakın bir zaman geçti, arada geçen yıllarda dünyanın pek çok ülkesinde irili ufaklı pek çok tarihi yapıyı, tapınağı ziyaret ettim ama içeri girer girmez , Selimiye’nin verdiği o inanılmaz ve adeta duvarları yok sayan mekan duygusu ve kubbenin hakimiyeti beni yine büyülüyor. Uzun süre inanılmaz zenginlikte ki detaylarda kayboluyorum.



Edirne Osmanlı eserleri açısından çok zengin, hepsinde uzun uzun zaman geçirmek istiyoruz ama akşama doğru bastıracağı tahmin edilen yoğun sis haberleri bizi planlarımızın hepsini tamamlamadan Edirne’den ayrılmak zorunda bırakıyor. Ama iki arada bir derede Edirne’deki en eski Osmanlı yapısı Eski Cami’ye de giriveriyorum. Ah biraz sabredip bekleyecek zamanım olsa keşke, duvarları süsleyen büyük kaligrafik yazıları, insanlarla beraber çekmek istiyorum ama hem zaman yok hemde ışık çok kötü. Artık başka bir zamana diyerek Hera’nın bizi beklediği arabaya koşturuyor ve İstanbul’a dönüyoruz. Yol boyu sevgili ile Edirne ve Eskişehir kıyaslaması yapıyoruz.

Eskişehir benim doğduğum, büyüdüğüm şehir. Orada geçen üniversite öncesi yıllarımda adı gibi eski bir şehirdi. Bakımsızdı, plansızdı, özensizdi.. Kimse nedir, ne değildir bilmezdi. Ama sonrasında Eskişehir inanılmaz bir değişim geçirdi ve bugün Türkiye’nin en modern şehirlerinden biri haline geldi. Yılllardır önünden geçipte farkında olmadığım eski yapılar onarıldı, şehir parklarla, heykellerle bezendi. Bugün turizm şirketlerinin hafta sonu programları arasında Eskişehir’i görmek beni hala şaşırtıyor. Eski Odunpazarı evleri restore edildi, orada müzeler açıldı, eski bir han tamamen sanatçılara ayrıldı.

Edirne’nin Eskişehir’e göre tarihi zenginliği karşılaştırılamayacak kadar çok. Osmanlı İmparatorluğu’nun eski başkenti. Her şeyi bir kenara bırakın, dünya mimarisinin en kıymetli mücevherlerinden biri Selimiye orada. İstanbul’a ve Balkan ülkelerine çok yakın, karayolu ile Avrupa’ya gidip gelenler hemen yakınından geçiyorlar. Tüm bu özellikleri ile Edirne’nin bugün Türkiye’nin turizm incilerinden biri olması lazım ama şimdilik ne yazık ki bu konumdan çok uzak gözüküyor.

Sonuçta bir Eskişehir’li olarak Edirne’ye ve Türkiye’nin tüm şehirlerine bir Yılmaz Büyükerşen dilemekten başka bir şey kalmıyor galiba. Bir şehri yeni baştan yaratmak için ne iktidar partisine, ne de ana muhalefet partisine mensup olmak gerekmediğini sadece vizyona, sevgiye ve bilgiye gerek olduğunu herkese gösteren ne kadar güzel bir örnek….



 
Bu arada tabiki Edirne'nin o güzelim meyve sabunlarından da alındı ve banyoya yerleştirildi..

6 yorum:

moon dedi ki...

ne iyi bir rehber oldunuz bana ...önümüzdeki hafta sonu edirne seyri sefer eyleme arzusundayken...

behcet dedi ki...

beraber gezmiş olmama ragmen kısa ve can alıcı bu kadar yazılabilirdi
eşim diye değil gercekten cok beğendim anlatımını

Kirpikteki Gözyaşı dedi ki...

Çok severim Edirne'yi...1 senem orada geçti...Farklıdır herşeyi...İnsanı, doğası...

Berceste dedi ki...

Ozbekistan beklerken Edirne surpriz oldu :)

O evlere icim gidiyor. Daha dun ata yadigari ev, cok mirascili olmanin, anlasilamamasinin acisiyla yikildi, icim yandi :(((

minimalist dedi ki...

Edirneyi çok merak eden ben bir türlü zaman ayırıp da öncelikleri arasına alamadı. Ama artık olmalı diyorum zira hem Selimiye hem de ciğerler beni adeta bir mıknatıs gibi çekmekte :)) Eskişehir meselesine ise %100 katılıyorum. Bizi de burada yaşayanlar olarak şaşırtmaya devam ediyor ve bu da bize iyi geliyor sevgii Mavilimon!!!

Tamer dedi ki...

Öncelikle, tebrik ediyorum, harika bir anlatım olmuş. Eskişehir ile Edirne'yi kıyaslamanıza gelince, gerçekten bu kadar tarihi ve özel bir şehir turizmden hak ettiği payı alamıyor, inanılır gibi değil. Kırkpınar unesco dünya mirası listesine girdi. önümüzdeki yıllarda Selimiye camii girecek. Umarım, Edirne yurtiçi ve yurtdışından gelen turistlerle haşır neşir olur diyorum. Bir Edirneli olarak Eskişehir'e gitmek bir türlü kısmet olmadı, ama önümüzdeki tatilde yolumu Eskişehir'den geçirmek istiyorum.