19 Ocak 2008 Cumartesi

U Bein Köprüsü

Tik ağaçları Myanmar’ın mücevherlerinden biri...Dünyadaki en kaliteli tik ağaçları burada olduğu gibi, bu ağacın dünyadaki en büyük rezervleri de halen burada. İngiliz sömürge döneminde, üzerinden güneş batmayan imparatorluğun gerek ticaret gerekse de savaş gemileri yapımı için, ülkenin bu değerli kaynağı acımasızca kesilmiş.

Bu dayanıklı ağaç doğal olarak Myanmar’da pek çok yerde kullanılmış..Ülkenin tarihinde kutsal yapılar taş ve tuğladan yapılırken, çoğunlukla, dayanıklı tik ağacından yapılan sivil yapılar rahatlıkla yap boz misali oradan oraya sökülerek taşınabiliyormuş..Bugünde büyük şehirler dışında, özellikle su kenarlarındaki yapıların pek çoğu tik ağacından..İşte aşağıdaki manastır fotoğrafı, bu ağacın kullanımının bence muhteşem bir örneği....


Tik kullanımı konusunda bir rekoruda var bu ülkenin. 1.2 km uzunluğu ile Tongtaman gölü üzerinde bulunan U Bein Köprüsü, dünyanın en uzun tik ağacından yapılmış köprüsü. Yapım tarihi 1784....


Mandalay yakınlarında ki bu köprüye geldiğimizde, güneş alçalmaya başlamıştı. Manzaranın ve biten günün keyfini çıkararak ağır ağır yürümeye başladım. İlk bir kaç on metreyi, aklım bambaşka yerlerde yürüdükten sonra, ‘Budist bir ülkedesin, anı yaşa, farkında ol,aklın bir karış havada olmasın Ayşegül!, yoksa tehlikedesin’ dedim kendi kendime, çünkü bu muhteşem köprünün korkulukları yoktu..Aval aval sağa sola yada havaya bakılarak atılan bir kaç adımda insanın kendini gölün sularında bulması içten bile değildi. 1.2 kilometreyi farkında olarak yürümek bende henüz daha gelişmemiş olan sıkı bir meditasyon eğitimini ve disiplinini gerektirir ama tabiki o tamamen bambaşka bir konu..

Köprünün kimi yerlerine yaptıkları ve dışa doğru taşan oturma bölümleri dışında, U Bein’de korkuluk yok. Sadece köprünün uzun ayakları kısmi korkuluk gibi duruyor. Gölün etrafındaki çay bahçeleri ve lokanta benzeri yerler ile burası bir mesire yeri haline gelmiş durumda. Gölün üzerinde ilkel gondollar olarak tanımlayabileceğim küçük teknelerle dolaşmak mümkün. Kimi teknelerin etrafında da, yemek verdiklerinden olsa gerek, oldukça geniş ördek sürüleri dolanıyor.Suların yükseldiği yaz aylarında, köprü de hemen hemen sular altında kalıyormuş..O zamanlarda burada olabilmekte bambaşka bir deneyimi beraberinde getirirdi herhalde..

Burada güneşin batışı gerçekten çok hoş; göl, göle yansıyan gölgeler ve koyuya doğru sürekli değişen renkler...

6 yorum:

mavimantar dedi ki...

Tik ağacından yapılmış mobilyaların resimlerini gördüğümde,bundan ne güzel ağaç evler yapılır diye düşünmüştüm.Şimdi senden tik ağacından yapılan evlerin yap boz gibi istenilen yere kurulduğunu öğrendim.Ne güzel ya;"burda canım sıkıldı hanım, hadi sökelim şu evi biraz da U Bein köprüsü manzaralı bir yere kuralım" :) ...demiyorlardır elbette ama düşüncesi bile güzel geldi bir an için bana.
Tik ağacından yapılan köprüyü okurken , ya burada hiç su taşkını falan olmuyor mu acaba diye düşünmüştüm,,,oluyormuş demek ki. Ve dediğin gibi o zamanlarda maceranın boyutu tavan yapar mutlaka.
Ve birden aklıma geldi...Bunca yolculuğun içinde tanıdığın ve deneyimlediğin kültür arasından günlük yaşamına giren bir şeyler var mıdır diye...
Sevgiler...

Not:Ayşegül,bloguma bıraktığın yorum için teşekkürler.Orada anlattığım nedenlerden dolayı yazmaya ara verebilirim.mavi-mantar@hotmail.com ,bu da mail adresim.

yaban dedi ki...

1784 yılından beri o suyun içinde o ağaç köprü nasıl durmuş, dayanmış?
Ayşegül, sen bu bilgileri gittiğin yerde rehberlerden mi öğreniyorsun, yanında rehber kitap mı taşıyorsun, gitmeden gideceğin yerle ilgili araştırma mı yapıyorsun, yoksa döndüğünde mi araştırıyorsun? Ne çok soru soruyorum, değil mi?

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Sevgili mavimantar,
bende bu tik yapıların taşınabilir olduğunu orada öğrendim ama hakikaten iyi fikir değil mi? Sök nereye istiyorsan oraya taşı.. Sana mail adresine de ayrıca yazacağım ama bence yazmayı bırakma, çok güzel bir noktayı yakaladın bence biraz daha çeşitlendirerek kesinlikle devam etmelisin..

Bu arada bana inanılmaz hoş bir soru sormuşsun. Bu seyahatlerden gündelik yaşamıma girenler nedir diye.. Aslında ufak ufak bir dolu şey..Ama Uzakdoğu'ya yaptığım yolculuklardan süzülüpte bana kalan en büyük şey Budizm ve onun getirdiği meditasyon oldu. Budizm kendi içime çok uzun yolculuklar yapmama neden oldu, meditasyon ise daha çok acemi ve sabırsız olmama rağmen gündelik hayatın getirdiği tüm rahatsızlıklara karşı inanılmaz büyük bir terapi. Galiba hayatımın garip ve zor döneminde yakaladığım bu ikili beni huzurlu bir döneme taşıdı..

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Sevgili Yaban,
Öncelikle bir de burada da yazmalıyım ki, blogunu büyük bir keyifle okuyorum, umarım çok uzun ömürlü olur..

Bana sorduğun soruların hepsinin cevabı evet. Seyahat etmek benim için sadece kalkıp bir yere gitmek ve sonrada dönmek değil. Gitmeden 1-2 ay önce göreceklerimi, döndükten sonrada yine bir o kadar zaman gördüklerimi sindirmek için uzun uzun okurum araştırırım..Her dönüşümde de beraberimde binlerce fotoğraf, düzinelerle de kitap ve CD getiririm. Sonraki aylarda onlar bana galiba bambaşka bir yolculuk yaptırıyorlar...

ipek dedi ki...

Okumaya doyamadım. Ne çok şey öğrendim. Yazılarını okumak gerçekten çok keyifli Ayşegül.
Çok sevgiler
ipek

yaban dedi ki...

sevgili ayşegül,

o keyif bana ait valla.. benim bloğum eften püften şeyler hakkında.. beğendiğin her neyse umarım devam ettirebilirim de kaybolmaz. Ve benim temennim de düzenli blog yazabilmek.
Asıl senin bloğunu okumak çok keyifli diyor, güzel sözlerin için teşekkür ediyorum.