5 Haziran 2008 Perşembe

MESİHİN BEKLENDİĞİ KENT: KUDÜS

2007 yılının sonlarına doğru 4 bölüm halinde yayınlanan, Aynur Koç'un Kudüs yazısını kendisinin talebi üzerine bir süreliğine blog'dan kaldırmıştım. Bu güzel yazı ve harika fotoğrafları bu kez tek bölüm halinde, yeniden mavilimon'da...



10 Yıl ara ile gittiğim Kudüs yine farklı insan grupları ile yüzüme tokat gibi çarptı.
Hızlı hızlı yürüyen, insanlardan adeta kaçan hassidiler, beyaz entarili araplar,beyaz
baş örtülü kadınlar,ellerinde en son teknoloji ürünü silahları ile kadınlı erkekli İsrailli
askerler ve dünyanın her bir yerinden hac vazifesini yerine getirmek için gelmiş hristiyanlar ile ağlama duvarı ziyareti için gelmiş yahudiler birbirine çarpmadan nereden çıktığı belli olmayan ama nereye gidecekleri belirlenmiş yerlere doğru akıyorlar.

3 Semavi dinin en önemli kenti olan Kudüs’ün 1967 yılında Ürdün kontrolunda olan kısmının İsrail tarafından ele geçirilmesiyle İbranice barış toprağı anlamına gelen Yeruşalayim’ den (Latince Jerusalem) iyice uzaklaşmış.

ZEYTİNDAĞ
Şehirle ilk tanışma Zeytindağı’ndan eski kente bakışla gerçekleşiyor. Çan ve ezan seslerinin gün batımında birbirine karıştığı Eski Kudüs sizi selamlıyor.

Bir başucu kitabı olan Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağ’ından hazin satırlar aklıma geliyor.
“ Zeytindağı’nın tepesindeyim. Lut Denizi’ne bakıyordum. Daha ötede Kızıldenizin bütün sol kıyısı, Hicaz, Yemen var. Başımı çevirdiğim zaman Kıyamet Kilisesi’nin kubbesi gözüme çarpıyor. Burası Filistindir. Daha aşağıda Lübnan var, bir yandan Süveyş Kanalına, öbür yandan Basra Körfezine kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız.
Ben bu büyük imparatorluğun çocuğuyum”.
Eski Kudüste Kubbet’üs Sahra’nın altın kubbesi tüm renklerin önüne geçiyor. Şehri Kanuni’nin 16.yy da yaptırdığı surlar çevreliyor. Arka planda solda Sion tepesini görüyoruz.
Yahudi inanışına göre Zeytindağı Mesihin döneceği ve son yargının yapılacağı yerdir.
Ortodoks yahudi için mesih (messiah) olmazsa olmaz bir kavram.Mesih yağlanmış demek.Eskiden İsrail kralları tahta çıkınca yağlanırlarmış.Mesihin ilk kral olan Davud’un
soyundan geleceği söyleniyor.

Kidron Vadisindeki mezarda yatanların Mesihi ilk karşılayanlar olacaklarına inanılıyor.
Aynı zamanda adalet gününde muhakemede burada olacak ve günahkarlar ayrılacak.

Romalılar Hz. İsa’yı tutuklanmadan önce son vaazını verdiği Zeytinyağı’nın eteklerinde yakalamış. Bugün son vaazını verdiği taşın üzerinde Tüm Uluslar Kilisesi yer alıyor.

Kilisenin sütün başlarında zeytin ağacı figürleri var. Bahçesinde zeytin ağaçları olduğu için buraya Gethsemane adı verilmiş.Hristiyanlar için önemli haç noktalarından biri.


BATI DUVARI

Eski kenti çevreleyen 8 kapı var.Bir tanesi kapalı, taşla örülmüş.Zeytindağına bakan
bu kapıya altın kapı deniliyor, Mesihin bu kapıdan şehre gireceği söyleniyor.


Diğer kapılardan en önemlisi Yafa kapısından Yahudilerin batı, hristiyanların ağlama
duvarı olarak adlandırdıkları mekana gidiyorum. En son MS 70de yıkılan ikinci tapınaktan
arda kalan batı duvarı üzerine rastlayan bugünkü duvar günün ve gecenin her saati ağlayan Yahudilerle dolu.Hassidiler yani aşırı dinci Yahudiler saçlarının yanından sarkan lüleleri, siyah şapkaları, beyaz gömlekleri ve siyah takım elbiseleriyle mıknatısın çekim alanına girmiş gibi hızla duvara doğru ilerliyorlar.Aralarına zaman zaman minik hassidiler de karışıyor. Kıyafet ve saçlarındaki lüleleriyle sanki büyüklerin ufaltılmış hali gibi. Kıyamet gününde melekler bu 2 lüleden tutarak onları cennete göndereceklermiş…….Batı duvarına el sürmek,öpmek isteyen kadınlar ve erkekler ortadan bir paravanla bölünmüş avluda ayrı ayrı ağlıyorlar.Kim demiş erkekler ağlamaz diye. Duvara ileri geri sallanarak ve fısıltılarla mırıldanarak dua edenler bal gibi ağlıyor.
Yahudi olan olmayan herkes ufak kağıtlara yazdıkları dilekleri boş buldukları deliğe
sıkıştırıyorlar.Kudüs baş hahamı belli günlerde bu kağıtları duvar
deliklerinden alıp Zeytin Dağı’na gömüyor. Tanrı’nın mektupları oradan alıp okuduğuna
inanıyorlar. Ben 2 ziyaretimde de dilek yazdım, sonuç alamadığıma göre sıra gelmemiş henüz okunmamıştır diye teselli buluyorum.

KUTSAL ALAN HAREM -İ ŞERİF
Duvarın bulunduğu alanın üzerinde kuş olup uçsanız arkada hemen Kubbet-üs Sahra’nın altın Kubbesini görebileceksiniz.
Ben uçmak yerine arap mahallesinden geçerek Müslümanlar için kutsal olan bu mekana yürüyorum .Yollar düzensiz ve pis, güzel bir Osmanlı sebili bakımsızlıktan tanınmaz halde.Sokağın sonunda bir de İsrail karakolu yer alıyor.Harem-i Şerif’in kapısında
Filistinli müslümanlar özellikle Türk olduğumu anlayıp bu ne biçim müslüman giyimi bakışı attıktan sonra giyim kuşamıma çeki düzen vermemi istiyorlar. Hemen oradaki mağazadan (ben ona kadrolu mağaza adını taktım ) uzun bir etek kiralayıp biraz daha fazla müslümana benzemek için giydim, eşarbımı da sıkı sıkı bağladıktan sonra kelime-i şahadet getirmem talep edilmeden içeri girdim.

Merdivenlerden hemen çıkışta Kübbet-üs Sahra tüm görkemiyle beni karşıladı. Müslümanların ilk kıblesi Kudüsteki( El Kuds=kutsal)) en uzak mescit anlamındaki Mescid-i Aksa’nın da bulunduğu Harem-i Şerif içime huzur verdi.

691 Senesinde Emevi Halifesi Abdülmelik , Hz. Muhammed'in miraç esnasında atı Burak'a binerken ayağını basmış olduğu varsayılan taş üzerine Kübbet-üs Sahra adı verilen binayı yaptırmıştır. Miraç hadisenin gerçekleştiği düşünülen Muallâk Taşı Kubbet-üs Sahranın altında diğer kutsal eşyalarla birlikte korunmakta ve Müslümanlar için önemli ziyaret yeri özelliğini taşımaktadır. Aynı zamanda Hz. Davut’un Tanrı’ya burada dua ettiği, Nuh’un tufandan sonra gemisinin bu taşın üzerine oturduğu,İsrafil’in keçi boynuzundan yapılan şofarı son kez bu taşın üzerinde üfleyeceği gibi rivayetlerde var.

Yahudi inancına göre Mescid-i Aksa ,Süleyman Tapınağı’nın üzerinde bulunmaktadır.
144 dönümlük Harem-i Şerif alanının hemen sağında ecdat yadigarı olan açık namazgah ve mermer mimber Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden. Avlunun sonundaki kemerlerle birbirine bağlı sütünlara Muvazin (Teraziler) deniliyor ve mahşer günü her şeyin burada adalet terzisine vurulacağına inanılıyor.
Böylesine kutsal olan mekanda insan nefes almaya bile çekiniyor.
Kubbet-üs Sahra’nın giriş kapısı üzerinde ve etrafında yer alan , 1929 lerde Mimar Kemalettin tarafından çoğu yenilenen çinilerin yapımı Kanuni zamanında İznik’ten gönderilen çini ustaları tarafından Kudüste gerçekleştirilmiş.

Olabildiğince fotoğraf çekiyorum.Her kare çok değerli. Kuran kursundan çıkıp namaz
kılmak için camiye gelen siyah pardesülü beyaz baş örtülü genç kızlar bu mistik alanda
resim için iyi bir fon oluşturuyor. Sessizce namazlarını kılıp dershanelerine dönüyorlar.


Kutsal mekandan çıktığımda acıktığımı hissedip arap çarşısı içindeki Şükrü’nün
halk tipi lokantasına gidiyorum.Tahta masalara açılan servislere hemen falafel,
humus, çorba, ezme ve lavaj ekmek geliyor. Lokantanın temizliğine bakmadan gelen
nefis tatlara yumuluyorum.
ÇİLE YOLU VİA DOLOROSA

Lokantadan çıktıktan sonra İsa’nın çarmıhını sırtında taşıyarak yürüdüğü yol Via Dolorosa’ya (Çile yolu) giriyorum. Mel Gibbson’un İsa’nın çilesi filminde en uzun ve en kanlı sahnenin geçtiği bölüm bu yolda yürüyüş sahnesi idi.

İsa’nın haçı taşırken zaman zaman yere düştüğü noktalara istasyon adı verilmiş ve
üzerlerine kiliseler inşa edilmiş Hristiyanlar için önemli haç yerlerinden biri olan Via Dolorosa’da 9 , Kutsal Kabir kilisesi içinde 5 adet olmak üzere toplam 14 istasyon bulunuyor.

Her Cuma günü Fransisken rahipleri İsa’nın çektiği acıyı aynen yaşamaya çalışarak
bu yolu yürüyorlar.Onları bilmem ama Hz. İsa bugün bu yoldan geçse çok şaşırırdı.


Kurulan tezgahlar üzerinde dansöz kıyafetlerinin yanı sıra , 7 kollu şamdanlar (Menorah), adak mumları,hac eşyaları satan dükkanlar, özellikle İsa’yı haçını taşırken gösteren resimler kısacası çilenin ticarete dökülmesi beni bile şaşırttı.Yinede İsa’nın çilesini hissetmeye çalışarak yolu yürüyorum.Tepeye ulaştığımda belki de Kudüsteki en fakir ama en özgün kilise olan Habeş (Etopya) Katolik Kilisesine ulaşıyorum. Birkaç Habeşli rahip bir köşede koyu sohbete dalmışlar, fotoğraf çektiğimi görünce poz veriyorlar.


Habeş Kilisesi’nin içinden bu defa başka bir kutsal mekana Kutsal Kabir Kilisesi’ne giriyorum. Avluda bir köşede grup halindeki rahip adayları hocalarının
anlattıklarını dikkatle dinliyor, başka bir köşede Rusya’dan gelen
kadın hacıların ilahi okumaları, başka bir köşede rahibin ettiği duayı tekrarlayan
Amerikalı grubun seslerine karışıyor.


Kilisenin ilk girişinde Hz. İsa’nın çarmıhtan indirilip yıkandığı varsayılan taşın etrafı iğne atılsa yere düşmeyecek şekilde kalabalık. Taşı öpenler, ağlayanlar, getirdikleri suları, tespihleri, kutsal kitapları taşa sürerek İsa’dan mucize almaya çalışanlar adeta transa geçmiş durumdalar.

Onları rahatsız etmeden Kutsal Kabir sırasına giriyorum. İçeriye 6’lı gruplar halinde alıyorlar.5 Hristiyana karşılık 1 müsliman ben, karanlık dehlizden geçerek birkaç basamak aşağıdaki ufak mekana indik. Camlı bir bölme içinde ne olduğunu görmek olanaksız, ben bir mum yaktım, diğerleri dua ettiler.Mezarın üzeri 19.yy’a ait dev bir mezar taşıyla kaplı.Geri çıktığımızda 5 Hristiyan ellerinde bulunan bir düzine mumu orada bulunan kandilde yakıp hemen söndürerek yanlarına aldılar yani mumlarını kutsadılar. Ne ritueller var …
.
Kutsal Kabir’in hemen arkasındaki Süryanilere ait bir bölümden geçerek dışarı çıkarak yoluma devam ettim .Hedef Sion Dağı’ndaki Hz. İsa’nın son yemeğini yediği varsayılan Levi’nin evi yerine yapılan Dormitory Kilisesi .Resim çektirenler,ağlayanlar, yine gruplar halinde ilahiler okuyanlar kilisenin içinde keşmekeşlik yaratıyor. Gözümün önüne bir türlü 12 havariyi , uzun yemek masasını, İsa’yı ihbar edecek olan sırtı masaya dönük oturan Yuda’yı (Yahuda) kısacası Leonardo da Vinci’nin son akşam yemeği tablosu ile Tiziano’nun ele verme sahnesi tablosunu getiremiyorum.

Kilisenin bitişiğinde bu defa Yahudilerin önemli mekanı Hz. Davut’un kabrine yöneliyorum. Kadınlar, erkekler ayrı bölümlerden geçerek floresan ışığı altındaki
kabre dokunuyor, dua ediyor.Aklıma Hz. Mevlanın güzel türbesi geliyor.
Konya’daki mistik havayı burada bulamamanın şaşkınlığını yaşıyorum.

Bu kadar hac ziyareti yeter deyip kendimi farklı mahallelere atıyorum.Hristiyan mahallesindeki evler hızla Yahudilere satılmaya devam ediliyor yakında yanındaki
Yahudi mahallesi ile birleşecekler.
Kudüs’ün gecesini de yaşamak gerek.Şehir ışıl ışıl. Binalarda kullanılan beyaz Kudüs taşı ışıklandırıldığı zaman şehre ayrı hava katıyor. Ağlama duvarı da turuncu renkle ışıklandırılıyor.Gündüz ki kadar ziyaretçisi olmasada Hassidiler sanki gece ibadeti zorunluymuş gibi tam kadro burada. Galiba dikkat çekmeden rahat rahat dua etmek istiyorlar.


BETHLEHEM- EKMEKEVİ

10 yıl önce Filistin özerk bölgesini Kudüs’ten ayıran duvar yoktu.Otobüs Kudüs
tarafındaki kontrol noktasında beni bıraktı. Bethlehem’den gelen başka bir otobüsle
İsa’nın doğduğu mağara üzerine yapılan Doğuş Kilisesi ve yolda Rachel’in mezarını
ziyaret etmek üzere Filistin bölgesine geçtim.

Duvar, Berlin duvarını geride bırakmış .Beton bloklar üzerindeki dikenli teller, gözletleme kuleleri , projektörlerle ürpetici bir görüntüye sahip. Filistin özerk bölgesine geçince daha da ilginç bir görüntü ortaya çıktı.Duvar burada sokakların, bahçelerin içinden düzensiz bir şekilde geçiyor.Bu düzensiz geçiş sadece aileleri bölmekle kalmıyor aslında umutları bölüyor,bir ulusu hapsedip yarınlarını ellerinden alıyor.

Doğuş Kilisesi (Nativity) Konstantin’in annesi Helena tarafından mağara üzerine inşa ettirilmiş. Kilisenin içindeki mozaikler ve sütün başları çok gösterişli.

Giriş kapısının içeri girilirken insanların eğilerek saygısı göstermesini sağlamak ve atla girilmesini engellemek için küçültüldüğü söyleniyor.

Meryemin doğum yaptığı mağara en altta yine camla kapatılmış bir bölüm içinde.
Üzerinde İsa’nın doğuşunu simgeleyen büyük bir yıldız var.
Burada da hristiyanlar suları, tesbihleri, kitapları cama dokundurup İsa’dan mucize bekliyorlar.
Her sene İsa’nın doğumunu müjdeleyen Noel ayini 24 Aralık günü buradan tüm dünyaya yayınlanıyor.

Kudüse geri dönüş yolunda tekrar duvarın arasından geçiyoruz.Filistinlilier duvarın bu yana bakan cephesine resimler çizmişler, mesajlar yazmışlar.Amaç duvar konusunda buradan geçen turistlerin az da olsa dikkatini çekmek . Kudüse tekrar giriş öyle kolay değil .Kontrol noktasından Gestapo odalarını aratmayacak
şekilde geçiyorsunuz. Yanınızda pasaport yoksa vay halinize.Kudüste çalışan
Filistinliler her gün her geçişte belgelerini ibraz etmek zorunda. İsrail tarafından mimlenen bir Filistinli varsa ailenin tüm fertleri hatta gelecek kuşakta bunun acını çekiyor ve Kudüs dahil İsrail tarafına geçme şansları hiç olmuyor..
Bu olay bana 5 yıl önceki Ürdün gezimdeki Filistinli yerel rehberin sözlerini hatırlattı. Babası Filistin davasına gönül verdiği için 6 yaşına kadar yaşadığı Kudüsten ayrılmak zorunda kalıyorlar. Ürdün tarafındaki Nebo Dağ’ından Kudüs’u görüyor ama gidemiyor. Sanki elveda doğduğum toprak sözü onun için söylenmiş. Hz. Musa’da Nebo dağından öteye geçmemişti, onun amacı 40 yıl bekleyip yeni temiz bir nesille Kudüs’e gidilmesiydi. Sonuçta gittiler.Oysa Filistinliler gidebilmek için daha çok bekleyecek gibi görünüyor.

Kudüste tepedeki bir parktan aşağıdaki duvarı daha net görüyorum.Alabildiğine uzun. Diğer Filistin özerk bölgeleri olan Gazze ve Jericho’ya da duvar yapılacağını duyunca içim eziliyor.
Sadece duvarla kalınsa iyi. Yahudiler Filistin özerk bölgelerinden bypass adını verdikleri yollarla geçiyorlar. Üzerinde bol kontrol noktaları bulunan bu yolları sadece Yahudiler kullanabiliyor.

Kudüste Filistinlilere ait arabaların takibi kolay olsun diye plakaları yeşil renk olarak ayrılmış.Bu durumun geçmişte yahudilerin elbiselerine, dükkanlarına asmak zorunda kaldıkları Davut yıldızından mantık olarak pek farklı olmadığını görüyorum..


HASSİDİLER –DİNDAR YAHUDİLER

Kudüs’teki en ilgi çeken yerlerden biri de şüphesiz Yafa çarşısının arka tarafında Hassidilerin yaşadığı mahalle. Burada yaklaşık 2500 aileden oturuyor.
Hassidiler nufusun %15’ini oluşturan diğer aşırı dindar yahudiler (satumalar) gibi mesih gelmeden İsrail devletinin kurulmayacağını kabul ediyorlar.Bugünkü İsrail devletini tanımıyorlar.

Sokaklarda kız çocukları ip atlıyor, oğlanlar topaç, rulet çeviriyor.
Bilgisayar, televizyon cep telefonu filan gibi şeyler yok.
Gazete okumayı da red ediyorlar.Onun yerine gerekli olan bilgileri taşıyan el ilanlarını sokağa asıyorlar. Evlerin camları sıkı sıkıya kalın perdeler ile örtülü.Kadınlar kalın siyah çorap, siyah elbise ve saçlarını göstermeyecek şekilde siyah eşarp takıyorlar.Haklı olarak mahallelerinde yabancı görmek istemiyorlar. Bir yahudi arkadaşıma bunlar nasıl cinsel temas kuruyor diye sormuştum.Kadın, çocuk
istediği zaman eşiyle birleşmeyi talep ediyor ama aralarına temas yerinde delik bulunan
muşamba koyuyorlar vucutları birbirine değmiyor demişti. SOYKIRIM MÜZESİ
Kudüste 2 önemli müze var. Birincisi Soykırım Müzesi (Holuacast Museum) .Girişte 2.Dünya savaşında ölen 6 milyon yahudinin anısına sönmeyen ateş var.Zemindeki siyah mermer üzerinde hangi kampta kaç adet yahudinin öldürüldüğü yazıyor.
Kudüse gelen her yabancı devlet erkanı kippa takarak burayı ziyaret ediyor, çelenk koyuyor. Kippa genç, yaşlı ,asker , sivil tüm erkeklerin başında takılı olan, Tanrı’nın eli devamlı olarak başımızın üzerinde anlamında kullanılan takke.
Müze binası zeminden kademe kademe yükseliyor. Yükseliş Kudüs’e ulaşmayı tanımlıyor.
Müzenin çıkışında büyük camlı bölüme gelindiğinde panoromik olarak Kudüs’ü görünce
bu yükşelişi hissedebiliyorsunuz. Müzenin her odasında UNUTMA, HATIRLA gibi sloganlarla gelecek kuşakların soykırımı unutmaması hedeflenmiş.Askerler mutlak surette bu müzeyi ziyaret ediyorlar.

2500 adet doküman , fotoğraf, film ,mektup değerlendirilmiş.Toplama kampları, kamplara tıklım tıklım yahudi taşıyan vagonlar, gaz odaları aynen canlandırılmış. Polonyadaki bir gettodan getirilen orijinal sokak taşları üzerinde yürürken onların çığlıklarını duyabiliyorsunuz.
Müzenin hemen arkasında çocuklarını toplama kampında kaybeden Avusturyalı ailenin ölen tüm yahudi çocukları anısına yaptırdıkları karanlık oda yer alıyor. Labirent gibi büyük odanın içinde kırık aynalar mum ışığını yansıtıyor.Son derece hüzünlü kadın sesi erkek, erkek sesi kız çocukların adını söylerek hangi kampta öldüklerini belirtiyor.Bu odada içiniz ve dünyanız kararıyor, kamplardaki çocukların karardığı gibi.Çıkış kapısındaki gün ışığına ulaştığınızda pek çok çocuğun ulaşamadığını düşünüp gözlerinizdeki yaşı çaktırmadan siliyorsunuz.

İSRAİL MÜZESİ

Bu müzeyi önemli kılan Qumran’da bulunan Ölü Deniz rulolarının (dead sea shrine of the book) sergilendiği yer olması.
İbranice Essene,Latince Esseni olarak adlandırılan dünyadan elini ayağını çekmiş bir şekilde yaşayan ,ibadette kendi düşüncelerini uygulayan bir grup yahudi, Romalıların 2.ci tapınak zamanında Kudüs’e gelmelerinden hemen sonra ailelerini Kudüs’te bırakarak Qumran’a gelir yerleşirler.Qumran Kudüs’ün 25 km doğusunda Ölü Denize yakın bir tepededir.Esseneler son savaşa burada hazırlanırlar.Tevrat yazımının yanı sıra düşüncelerini, ibadet nasıl olmalı,tapınak nasıl olmalı gibi konularıda yazarlar.Yazdıkları Tevrat rulolarını çömleklerde saklarlar.
Gün içinde sık sık yıkanıp arınırlar.
1946 yılında bir Bedevinin bir mağaranın içine tesadüfen attığı taşın değişik ses çıkarması sonucunda çömlekler bulunur.Taş çömleği kırmıştır. Bedevibulduğu İlk 7 ruloyu Bethlehemli antikacı Khadil Eskander’e satar.
Eskender de 4 ruloyu Kudüsteki Suriye Ortodoks Kilisesi’nden Aziz Yeshue Samuel’e,3 ruloyu Hebrew Üniversitesi’nden Prof.Eliezer Lipa Sukenik’e satar.Her 2 yerde yapılan incelemeler sonucunda ruloların en eski Tevrat nüshası olduğu ortaya çıkar.

Essene’ler Oumran’da mağarada yaşadıkları için vaftiz yerleri,yazı odaları,yazı kalemleri, yemek kapları, elbiseleri vs… müze girişindeki mağara şeklindeki binada sergileniyor, rulolar ise çömlekte saklandığı için çömlek şeklindeki binada sergileniyor.Ayrıca yine son derece önemli olan Halep Kodeksi de burada sergileniyor.

Essenelerin sık sık su ile arınmaları anısına müze binasının dış tarafı devamlı sulanıyor.
Dışardan bakıldığında çömlek şeklindeki bina ve sulama görüntüleri müzeye unutulmayacak farklı görünüm kazandırıyor.
Müze bahçesinde İsrailli çağdaş sanatçıların heykelleri sergileniyor.

Arka kısımda ise eski Kudüs şehrinin Kudüs taşından yapılmış maketi yer alıyor.
Makette Süleyman’ ın Tapınağını , şehrin zengin ve fakir kısmını ,Romalıların yaptırdığı sarayı, hipodromu görebiliyoruz.

Tarihi yaşatan bu maketle Kudüs gezim sonlanıyor. Kudüs Mesihi bekleye dursun ben kuzeyde Hayfa’ya doğru yoluma devam ediyorum…………....




Aynur Koç
Kasım 2007
k_aynurkoc1@yahoo.com.tr









2 yorum:

Adsız dedi ki...

Merhabalar
yazınızı büyük bir keyifle okudum.
Gördüklerinizi yazmakla kalmamış
çok güzel bilgilerle donatmışsınız..
Şimdiye kadar çok merak ettiğim ama hiçde sorup öğrenmemiş olduğum Yahudilerin saçlarının yanlarındaki lülelerin sebebini sayenizde öğrendim..
Sevgiyle kalın

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Merhaba Serpil,
Bu yazı sevgili seyahat arkadaşım Aynur Koç'a ait. Bende okurken bilmediğim bazı şeyleri onun yazısından öğrendim, lülelerin sebebide buna dahil...
Sevgiler