8 Ekim 2008 Çarşamba

İpek Yolunun Başında - Xian

Çin’i ziyaret ettiğim 2004 yılında Xian, Şanghay ve Beijing gibi büyük kentlere kıyasla daha bir Çin gibiydi. Beijing gibi saçma sapan bir yer olmamıştı ve yol boyunca uzanan şehir surları ve Çin tarzı kuleleri ile eski bir şehirde olduğunuzu daha ilk andan anlıyordunuz. Ancak Çin’lilerde var olan eskiyi yok edip, yeni binalar yapma hevesi ile şimdilerde ne durumdadır bilemiyorum.

Sabah erken saatlerde şehrin sokaklarına çıktığımızda, güne başlamak için yapılacak en iyi şey, yol boyunca uzanan parklarda Tai Chi yapanları ya da çeşitli oyunlar oynayanları seyretmek oluyor. Burada biraz daha genişce zamana sahip olup, Türkiye’deyken bir türlü o hareket akışına kapılmayı beceremediğim Tai Chi hareketlerinden bir kaçını, asıl ustalarından öğrenmek isterdim, ama kısıtlı zamanların gezgini olunca hep bir yerlere koşturmak lazım.

Xian’daki ilk durak tam şehir merkezinde yer alan Çan Kulesi. 1384 yılında Ming Hanedanlığı zamanında inşa edilen kule, şehrin sembolü.Hikayesi ise tam Çin’e yakışır cinsten.


Xian’da bir zamanlar çok fazla olan depremlerin nedenini, şehrin altında yaşayan bir ejderha olarak bulmuş, Xian’lı eski bilgeler. Bu ejderhayı hapsetmek içinde bulunduğu yerin tam üstüne bu kuleyi dikmişler ve dendiğine göre o tarihten sonra Xian’da bir daha deprem olmamış. Taksim’e cami isterdik istemezdik tartışmasına son verip, bizde onun yerine bir çan kulesimi diksek acaba. Bilmem kaç yıl içinde olacağına kesin gözüyle bakılan büyük İstanbul depremine karşı, elle tutulur bir önlem almış oluruz hiç olmazsa.

Şehrin bana göre en keyifli ve kesinlikle görülmesi gereken yeri ise Müslüman mahallesi. Yüzyıllar öncesinin meşhur ipek yolunun sonu bizim İstanbul’sa, bir zamanlarki başlangıç yeri ise Xian. Bu yoldan Xian’a pek çok mal ve insan yanında iki önemli inançta ulaşmış. Budizm ve İslam. İslam bu bölgede daha kalıcı olmuş.

Şu anda Xian’da bulunan 60.000 kadar müslümana hizmet veren dört cami içinde en büyüğü, Çin’deki en eski camilerden biri olan Xian Ulu Cami. Tang Hanedanı döneminde 742 yılında yapılan camide bizim bildiğimiz camilere benzer bir şey bulabilmek çok zor. Ne kubbeler var nede minare. Anıtsal giriş kapıları, güzel bahçeleri, pagodaları ile tam Çin tarzı bir bina. Dört ayrı bahçe/avluyu yüksekçe kapı eşiklerinden atlayarak geçtikten sonra ana binaya ulaşılıyor. Ahşaptan yapılmış çok süslü bir bina. Cami olduğunu gösteren şeyler, dışarıdan içeriye göz atarken görebildiğim kıble, yere serilmiş halılar ve etraftaki tek tük Arapça yazılar.

Kimi İslam ülkelerinde müslüman olmayanları camilere almazlar yada almak istemezler. Ama şu ana kadar gittiğim her yerde Selamünaleyküm’e verilen bir Aleykümselem cevabı, ya da elhamdülillah müslümanız tarzı laflar, bana her caminin kapısını açtı, ama dolaşıp dolaşıp sert bir kayaya çarparsınız ya, işte o kaya Xian camisinin imamı oldu. Besmeleler çekiyoruz, dualar okuyoruz ama adam nuh diyor peygamber demiyor bizi içeri almıyor. Yanımızdaki Çin’li rehber bize kefil oluyor, Tütkiye’den geldiler, müslümanlar deyince imam hafiften yumuşar gibi oluyor ve bize bir musluğu göstererek, abdest alın bakalım önce diyor. Sonra arkasından ne gibi sınav soruları geleceği belli olmadığı için, çisil çisil yağan yağmurun altında kimse abdest almaya yanaşmıyor ve bu çok ilginç caminin içine giremeyerek, uzaktan uzağa kapısından bakmakla yetiniyoruz.

Camiden sonra, müslüman mahallesinin sokaklarında isehayat kıpır kıpır akıyor. Yolun kenarına dizilmiş ufak ufak lokantalarda ocaklar kaldırım üzerinde. Ocaklarda kızaran etlerin, yağda pişirilen hamurların kokusu, dumanları her yerde. Kasapları, çaycıları, baharatçıları ile etrafta adeta bir gastronomi şöleni sürüyor. Uzunca bir süre bu kokular, sesler ve görüntüler arasında aylak aylak dolaşıyorum. Sokaktaki seyyar satıcılardan birinden, uzun süren bir pazarlık sonucu, küçük küçük seramik askerler alıp kendi ordumu kuruyorum. Etraftaki daha turistlere yönelik olduğunu düşündüğüm çeşit çeşit çaylar ve çaydanlıklar satan ufak dükkanlar yerine, toptancı benzeri büyükçe bir çaycıya giriyorum. Dükkandaki çay çeşitleri inanılmaz, ama dükkan sahipleri ile anlaşabilmek ne mümkün. Adamlara ise bırakın İngilizceyi sanki batı harfleri bile çok uzak. Kağıda yazıp istediğim çayın üzerine koyduğum 100 gr. lafı bile onlar için sanki başka bir dünyadan gelme. Ama sonra her sorunu çözen dilden konuşmaya başlıyoruz. İstediğim çayların kutusunun üzerine götürüp Yuan’ları koyuyorum ve o benim ipek yolunun başlangıcından, taa sonuna kadar, eve götüreceğim çayları, ufak ufak paketlere yerleştirmeye başlıyor. Sonunda müslüman mahallesinden elimde bir sürü torba ile ayrılıyorum.

Müslümanlardan sonra Çin’li budistlerce ziyaret edilen Büyük Yaban Kazı Pagodasına gidiyoruz. Yalın ve kat kat yükselen mimarisi ile çok hoş bir yapı. 652 yılında Tang hanedanlığı döneminde yapıldığında büyük bir manastırın içinde yer alıyormuş, şu anda ise sadece çok hoş bahçeler içerisinde. Pagoda’nın içerisinde Hindistan’dan getirilen kutsal emanetler saklanıyor.

Xian’a gitmeden önce sadece seramik askerlerden ibaret sanıyordum, ama sonrasında dolu dolu bir yer buldum. Daha buraya yazmadığım başka güzel yerleride var ama eğer günün birinde seramik askerler için Xian’a yolunuz düşerse, programızına bu şehri gezmek için 1-2 ekstra günü eklemeyi unutmayın.

not: Çin gezisi sırasında nedense çok fazla video çekme ruh hali içindeymişim, dolayısıyla bazen kendi arşivimde doğru dürüst fotoğraf bulmakta zorlanıyorum. İşte bundan dolayıdır ki, üçüncü foto flickr sakini yewenyi'den....

4 yorum:

Nihat Akkaraca dedi ki...

İşte bu da çok güzel bir anlatı.
Yüzeysel değil, derinliği olan.
Nihat Abi

La Loba dedi ki...

Okudukça, baktıkça içim açıldı. Sabah huzuru bu olsa gerek. Teşekkürler.

Tijen dedi ki...

Antalya'da görüşemedik ama burada olsun görüşebilmek ne güzel Ayşegül'cüğüm!

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Çok teşekkürler Nihat Abi, ve Laloba

Tijen'cim sende seyahatten hoş geldin. Gezdiğin yerlerin hikayelerini merakla bekliyorum..