7 Mayıs 2009 Perşembe

Şiraz -1

İran minyatürleri / duvar resimleri çoğu kez çocuksu ve de orantısız çizimleri, zayıf perspektifi, ifadesiz ve donuk yüzleri ile sanki bana bu dünyadan değilmişler gibi gelir. Nedendir bilmem bir şekilde beni ipnotize ederler. İnsanlar, o resimlerde çok işlenen bir temada, ağaçların altına, çiçekli çimenlere kaykılarak oturur. Kadınlar güzel giyimlidir, erkekler ise zarif ve kadınsı. Yanlarında testileri, ellerinde bardakları eksik değildir. Ortamda derin bir huzur vardır. Ve o ortamda donup kalmış insanlara ancak şiir okuyup, şarap içmeyi yakıştırabilirsiniz.Dedikodu yapmak, çoluk çocuktan, kocadan şikayet etmek, ya da memleket kurtarma nutukları atmak onların dünyalarına ait değildir.

Bir vakitler bülbüllerin, güllerin, aşkın ve şarabın kenti diye anılmasından olsa gerek ben o insanların ülkesini hep Şiraz diye hayal etmişimdir. Şimdilerde ise Şiraz’da bülbüllerin sesi çok duyulmuyor, güllerde bir sorun yok, aşk zaten her daim var, şarabı ise ismi ile başka ülkelerdeki marketlerin raflarını süslüyor.

Şiraz etrafı çorak olsa da, yeşil bir kent. Kente girişte trafikten dolayı zor ilerliyoruz. Nedeni ise metro inşaatı kazıları. Şiraz’ın nüfusu 1,5 – 2 milyon civarında. İran’da bir kenti nüfusu ne zaman 1 milyonu geçse hemen metro inşaatına başlanırmış. Ne demeli darısı bizim başımıza ama anladığım kadarıyla bizim belediyeciler çok sevdikleri bu ülkeden getire getire sadece son dönemlerde parklarımızda arzı endam eden jimnastik aletlerini getirmişler. Ama hakkını vermek gerek, İran’lılar bu aletlere fazla yüz vermezken, bizde hit olmuş durumda.

Şiraz’daki ilk ziyaretimizi yine kutsal bir mekana yapıyoruz.Şah-ı Çerağ Türbesi. Meşhed’deki İmam Rıza’nın kardeşi Syid Emir Ahmet burada. İmam ailesine saygıda kusur etmemek gerek, dolayısıyla İran’da ikinci ve son kez olarak çarşaflarımıza bürünüyoruz. Türbenin gümüş kapıları ve iç mekandaki seramik ve ayna süslemeleri çok hoş. Ancak buraya cep telefonu sokmakta yasak olduğu için bu görüntüleri ancak hafızama kazıyabiliyorum. Tahmin edebileceğiniz gibi biz yine kadınlar tarafındayız. İçerdeki hanımlar ise sanki güne gelmiş gibi. Kimi tamam duasını ediyor, namazını kılıyor ama bir kısmıda çoluk çocuk yerlere yayılmış muhabbette, hatta bir köşeye kıvrılıp uyuyanlar bile var. Ve bu arada yoğun istek üzerine mavilimon muhabirinin çarşaflı resmi aşağıda yayınlanmaktadır. Kendisini yuvarlak gözlüklerinden tanıyabilirsiniz.

Şiraz’da iki tane çok güzel camide ziyaret ediyoruz. İlki Atik Cami. İlk yapımı 9. yüzyıl, ancak o halinden kalan pek bir şey yok. Şu andaki halinden en eskiye dayandırılan kısımları 14.yüzyıldan kalma, sonrasında sürekli yenilenmiş. Burada avlu sandığımız yer aslında cami ve avlunun ortasında duran kuleli yapıda Kabe’nin tasviri. Aslında Kütüphane olarak kullanılan bu yapı Kabe’ye gidemeyenler için yapılmış. Bana sorarsanız yapanlarda gitmemiş derim ama her neyse… Bu yapının alınlığındaki çepeçevre kaligrafik yazı orijinal ve 14.yüzyıl’dan Yahya Cemali’ye ait. Renklerin onca yüzyıldan sonra hala bakanlara parıldaması inanılmaz. Cami şu anda kullanılmıyor.

İkinci cami, Nasır-el Mülk. 19.yüzyılın ikinci yarısı Kaçar hanedanlığı döneminden. Batılılaşma çabalarının ürünü olan bu cami İran Barok’unun parlak bir eseri. İç mekanı kaplayan çiçekli çiniler inanılmaz gözalıcı. İran’da öğrendiğim bir özellikte Şii camilerinde imamın yerinin halkın vekili olarak kabul edildikleri için halktan bir kademe daha aşağıda olması. Bir başka özellikte her camide görebileceğiniz üzerlerinde dua yazılı ufak kil tabletler. Bunlara da secde edilirken alın değdiriliyor. Amaç toprağa dokunmak.

Nasır-el Mülk Camisinin büyük ahşap kapısı bana İran’da onlarcasını fotoğraflayacağım kapı kulplarının ilk ve en güzel örneklerinden birini sunuyor. Soldaki kulp hanımların, sağdaki ise erkeklerin çalması için yapılmış. Şiraz bitmedi, ikinci bölüm hemen gelecek..

1 yorum:

Sarah dedi ki...

You 2 look so cute in Chador! ;)