19 Ağustos 2011 Cuma

Bahçesaray

Son Kırım seyahatimiz sırasında ziyaret ettiğimiz Bahçesaray’ın benim için tüm gezip gördüğüm kentler arasında bambaşka bir yeri var. Hiç tanımadığım babaannemin ve dedemin doğup büyüdüğü topraklar buralar, ta ki çok genç yaşlarda Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldıkları zamanlara kadar.


Küçük şehrin ve etrafını çevreleyen dağların yeşilliği beni daha ilk andan şaşırtıyor ve garip bir şekilde hüzünlendiriyor. Aslında şaşıracak çok bir şey yok, tüm yeşilliği ve bereketi ile Karadeniz coğrafyası. Hüzünlenmem ise, bu güzel yerleri terk etmek zorunda kalıp, Anadolu’nun uçsuz bucaksız bozkırlarında sıfırdan yeni bir hayat kurmak zorunda kalan babaannem ve dedem yüzünden. Bahçesaray burunlarında tüte tüte yaşadılar ve orayı bir daha hiç göremeden öldüler diye anlatır bizimkiler. Aslında bu topraklarda yaşayan herkesin ailesinin bir tarafında böyle hikayeler vardır değil mi??




Bahçesaray 15.yüzyılda Cengiz Han sülalesinden gelen Hacı Giray Han’ın kurduğu Kırım Hanlığının başkenti ve 1530 yılında burada inşa etmeye başladıkları saray, bugün Kırım’ın en çok turist çeken yerlerinden biri. Bir başka özelliği de Türkiye’dekileri hesaba katmazsak, İspanya’daki Elhamra sarayı ile Avrupa’da bulunan en önemli iki Müslüman saray yapısından biri..


Saray yüzyıllar içinde pek çok değişiklik, yangın ve restorasyon geçirmiş, bugün görebildiğimiz yerler Kırım Hanlığının en parlak dönemlerinde ulaştığı büyüklüğe kıyasla oldukça ufak bir kısmı. Sıcak bir günde sarayın serin odalarında, gölgelikli bahçelerinde dolaşmak insana çok iyi geliyor. Şu anda tek bir binası kalmış harem bölümünün önündeki gül bahçesinde otururken, kendi kendime hayal kuruyorum: Eğer bir başka hayatta kendim için bir saray inşa etmem gerekirse, işte tam burası gibi bir yer isterdim.. Huzurlu, sessiz, sakin, sıcak ve tam da bir ev gibi. Başkalarını etkilemek için değil, huzuru ve mutluluğu bularak yaşamak için yapılmış bir yer. Avrupa’daki gücün göstergesi saraylardan öylesine farklı ki…


1822 yılında Kırım’da sürgünde yaşadığı yıllarda, sarayı ziyaret etmekte olan yazar Alexander Puşkin’de Bahçesaray’dan çok etkilenenler arasındadır. Anılarında "Bahçesaray'a vardığım zaman hastaydım. Saraya girdiğimde, çoktan bozulmuş olan çeşmeyi gördüm; paslanmış bir demir borudan su artık damlalar halinde düşmekteydi. İçinde çürümekte olduğu unutulmuşluğa duyduğum büyük yazıklanmayla sarayı dolaştım..." diye yazar. Sonrasında yazdığı uzun Bahçesaray çeşmesi isimli şiiri edebiyat çevrelerinde büyük yankı bulur. Ve işte bu ziyaret ve bu şiir sayesinde, Sovyetler Birliği döneminde tüm yer adları Ruslaştırılırken, Bahçesaray adını korumayı başarır.


Kırım Giray Han’ın 1763 yılında aşık olduğu kadının ölümü ardından yaptırdığı ve adını gözyaşı çeşmesi koyduğu bu ünlü çeşmeyi bugün pırıl pırıl restore edilmiş haliyle sarayda görebilmek mümkün. Anlatılanlara göre çeşme akarken ağlar gibi sesler çıkarırmış.Herhalde Puşkin’in ziyaretinden beri sarayda değişmeyen tek şey ise bu ünlü çeşmenin halen akmaması….

 
*** Bu yazım 5.Ağustos 2011 tarihinde WTC blog'da yayınlanmıştır. Buradan ulaşabilirsiniz..

1 yorum:

Kirpikteki Gözyaşı dedi ki...

Kırım denilince aklıma Nermin Bezmen'in Kurt Seyt & Shura kitabı geliyor. Umaırm bir gün görme fırsatım olur...Sedirli yer çok güzel...