Edinburg’daki ikinci günümüzde de hava açısından değişen bir
şey yok. Soğuk ve yağmurlu. Allahtan dün aldığımız şehir içi tur otobüsünün
bileti 24 saatlik, ve şehrin turistik yerlerinde bulunan durak noktalarından
istediğiniz kadar indi bindiye izin veriyorlarda, bu havada çok fazla yürümek
zorunda kalmıyoruz.
İlk durağımız şehrin en çok turist çeken yeri denen Edinburg
Kalesi. 340 milyon yıl önceden kalmış sönmüş bir volkanın üzerine yapılmış
kalenin şehre tam tepeden bakan muhteşem bir konumu var. Burada ilk kale 1130
yılında Kral 1. David tarafından inşa ettirilmiş ve sonrasında da burada hep
bir kale olmuş ve her zaman İskoç tarihindeki pek çok önemli olaya tanıklık
etmiş.
Kalenin içindeki binalarda pek çok sergi var, Queen Mary of
Scotts’ın yaşadığı ve çocuğunu doğurduğu odaları gezebilmek mümkün ama
içlerinde hiçbir eşya yok. İskoç Kraliyet mücevherlerinin sergilendiği ve savaş
esirlerinin yaşadığı bölümler ise oldukça ilginçti.
Kraliyet mücevherleri deyince, insan nedense çok fazla şey
bekliyor, ama sonunda çıka çıka karşınıza üç parça eşya çıkıyor. Ancak o üç
parça karşınıza çıkmadan evvel, sizi odadan odaya geçirerek, o üç parçanın
tarihini öyle bir anlatıyorlar ki, işte işin o kısmı tam bir sergileme
başarısı.Mücevherler ise 1540 yılında Kral 5. James için yapılan taç, 1507
yılında Papa 2. Julius tarafından 4. James’e gönderilen kılıç ve 1494’de Papa
6. Alexander tarafından yine 4. James’e gönderilen asa.
Bizim en hoşumuza giden kısım ise 18. Yüzyılın sonlarından
itibaren, savaş esirlerinin kaldığı bölümler oldu. Yaşadıkları yerlere,
kullandıkları eşyalara, duvarlara çizdikleri grafitilere, birden hoporlörlerden
gelen konuşmaları eklenince, bir anda o zamana gidiveriyorsunuz.
Kaledeki işimiz bitince yavaş yavaş dükkanlara uğraya uğraya
aşağıya kadar indik. Ben İskoç desenli
bir etek, sevgili de bir pantolon denese de, sonunda daha muhafazakar
davranarak birer kaşkolla alışverişi noktalıyoruz. Ancak Edinburg’dan
ayrılmadan evvel ziyaret etmemiz gereken son bir kişi daha var. Edinburg’un en
ünlü heykeli ve de köpeği Greyfriars Bobby. 2 yaşındayken sahibi ölen Bobby
1872’deki ölümüne kadar tam 14 yıl boyunca, sahibinin mezarının yanından
ayrılmamış. Mezarın başından ayrıldığı zamanlar sadece yemek bulmak için sahibi
ile beraber gittikleri pub’a gidermiş. Yıllar boyunca onu orada beslemişler ve
o pub bugünde köpeğin adı ile orada. Bizim haylaz Hera’mıza dönünce anlatacak
çok şey var.
Sonuçta 1,5 gün Edinburg’u tanımak için tabiî ki
yetersizdi,dolayısıyla sadece tanışabildik.Şehrin özellikle sahil kesimine
inmeyi çok istedik ama yollarda her zaman olduğu gibi, zaman yine yetersizdi.Ancak şehir ister alışveriş, ister yeme-içme, isterse de de kültür turizmi yapın, herkesi mutlu edecektir. Son derece keyifli bir şehir olmasına rağmen, Edinburg’a bir daha dönermiyiz
bilmem ama İskoçya’nın başka bölgeleri 2013 yılında yapmayı planladığımız
seyahatler arasında…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder