İngiltere’de kaldığımız süre içinde gitmeyi istediğimiz
yerlerden biri de Edinburg’du.Nasıl gidilecek, nerede kalınacak, oraya gidince
hallederiz diye, üzerinde çok fazla durmamıştık.Ev sahiplerimiz hafta içi
çalıştığı için biz de o günlerden birinde yola düştük. Sevgili,
direksiyonların ve gidiş yönünün solda olduğu bir trafikte araba kullanmaya pek
heves etmeyince, mecburen trene yöneldik ve bu sayede de çok etkili bir tren
yolu sistemine sahip olan İngiltere’de trenlerin ne kadar pahalı olduğunu
öğrendik.
İngiltere – Türkiye gidiş dönüş uçak biletlerimizi aylar
öncesinden internet üzerinden kişi başı 75 pound’a almıştık. ( easy jet) Edinburg’a
yapacağımız üç saatlik tren ücreti ise gidiş dönüş kişi başı 72 pound’tu. Yuh
olsun! Ne kadar pahalı diye söylensek de, ikimizde uzun zamandır tren yolculuğu
yapmadığımız için, tüm yolculuktan çok keyif aldık. Özellikle İskoçya’nın
trenin penceresinden akıp giden koyu yeşil renklere bürünmüş doğası, ve
neredeyse her tarlada gördüğümüz annelerinin yanında oynayan bembeyaz kuzuları
seyretmek bize mutluluk verdi.
Şehrin merkezindeki otelimiz George Caddesi üzerinde bulunan
George Oteli. Müşteri profili daha çok takım elbiseler içinde toplantılara
koşuşturan iş adamları ve iş kadınları olsa da, biz çok memnun kaldık. Çok
değil bundan birkaç yıl önce, benim de onlardan biri olduğum düşüncesi, şimdiki
tasasız turist durumuma bakınca, bana garip, biraz da sadistik bir zevk vermedi
desem yalan olur..
Otele yerleşir yerleşmez kuş bakışı ve hızlı bir Edinburg
turu yapmak için iki katlı tur otobüslerine
atladık. Hava son derece soğuk olmasına rağmen,
kamikazelik yapıp açık olan üst kata çıktık. Yarım saat süren tur sonunda üç
aşağı beş yukarı nerede ne var, nerelere gideceğiz belirledikten sonra,
soğuktan yarı yüz felci geçirmiş halde otobüsten indik.Soğuk havada çok da
fazla dışarıda kalmamak için günü şehrin ünlü yeraltı turlarından birine
katılmaya karar verdik. İki seçenek var, hayalet turu ya da tarihsel tur.
Burada çok tutulan hayalet turu bayağı eğlenceli olacak gibi gözükse de hem
İskoçya’da konuşulan İngilizceyi çok iyi anlayamadığımızdan dolayı nuansları
kaçırmamak için hem de biraz şehrin tarihi hakkında bilgi almak için tarihsel
yeraltı turuna çıkmaya karar verdik.
Tur öncesinde, sıcak bir şeyler yiyip içebileceğimiz tek
yer Deacon’s Cafe oldu. Şansımıza Cafe’nin hikayesi bizi biraz sonra
çıkacağımız tura hazırlar gibiydi..William Deacon Brodie Jekyl ve Hyde’ın
yazarı Robert Louis Stevenson’a ilham veren bir karakter. İçinde bulunduğumuz
Cafe’de eskiden Deacon’ın dükkanının bulunduğu yere yapılmış. Gündüzleri
başarılı bir zanaatkar ve şehir meclisi üyesi olan saygıdeğer Bay Brodie,
geceleri ise kumarbaz, ayyaş ve hırsız bir karaktere bürünürmüş. Maceralarla
geçen bir hayat sonunda 1788 yılında kendi yaptığı bir darağacında asılarak,
idam edilmiş..
Eski Edinburg coğrafi şartlarından dolayı çok dar bir
alana sıkışmış. Dolayısıyla yana doğru genişleyemeyen şehir doğal olarak yukarı
doğru genişlemeye başlamış. Tur rehberimizin anlattığına göre, zamanında 14 -15
katlı olarak ahşaptan yapılan binalardan günümüze ulaşanı yok..
Binaların arasındaki dar sokaklara ‘close’ deniyor ve
gerçektende daracık. Rehber son derece eğlendirici bir şekilde, eskiden aşağıya
inmeye üşenen üst kat sakinlerinin dışkı dolu kovalarını, yoldan geçen kimse
varmı diye bakmadan aşağı boşaltıvermelerini anlattı. Bu durumdan muzdarip olan
çok insan olmalı ki sonradan çıkartılan bir yasa ile, boşaltma yapanların
Fransızca(!) olarak kendinizi koruyun diye bağırmaları zorunlu kılınmış..
Şehrin genişlemesi için her iki tarafına köprüler
yapılınca, köprülerin alt tarafları kapatılarak, şehre gelir getirmesi amacıyla
tüccarlara depo ve dükkan olarak kiralanmış. Ancak kısa sürede nehir sularının
yükselmesi ile depoları su basınca bu işten vazgeçilmiş ve böylelikle de şehrin
tarihinde oldukça ilginç bir dönem başlamış…
Legal faaliyetlerine son verilen bu yeraltı odaları, kısa
bir süre sonra doğal olarak pek çok illegal işler için kullanılmaya başlamış.
Buradaki en karlı illegal faaliyetlerden birisi ise ceset kaçakçılığı.
Anlaşılan bir dönem Edinburg tıp fakültesi öğrencileri yeni ölmüş bedenlere
ulaşabilmek için oldukça büyük miktarlarda parayı gözden çıkarmakta sakınca
görmüyorlarmış. Tek bir ceset bile bir işçinin aylık ücretinin kat ve kat
fazlasını getirirmiş. Zengin aileler yeni toprağa verdikleri aile bireylerinin
cesetlerini korumak için, mezarlıklara bekçi tutarlarmış. Hatta şehrin
merkezindeki mezarlığın girişine bu iş için çok güzel bir kule bile inşa
etmişler…
İşte çeşitli şekillerde kaçırılan cesetler, tıp
fakültesine gizlice kaçırılmadan evvel, bu yer altı odalarında saklanır,
buradaki gizli geçitler aracılığı ile yeni sahiplerine ulaştırılırmış. Bu
değerli taze cesetlere ulaşabilmek için Edinburg tarihinde doğal olarak pek çok
cinayet de işlenmiş.
Burada yapılan bir diğer illegal iş de kaçak içki
üretimi.. İrlanda’da ki kıtlık sırasında buraya göç eden İrlandalılar, burada
canlı bir kaçak içki ticareti geliştirmişler. Yasadışı faaliyetlerin önüne
geçmeye çalışan hükümet bir süre sonra bu yer altı odalarını toprak ve taşlar
ile doldurmuş. 20 yıl kadar önce de burada arkeolojik kazılar yapılmaya
başlanmış.
resim www.flickr.com dan alınmıştırresim verado.wordpress.com'dan alınmıştır
Hiç ışık almayan
yeraltı odaları son derece ürkütücü ve buralarda bir zamanlar çalışanlar
gerçekten çok zor şartlar altında çalışmışlar. Burada yapılan legal işler
arasında ayakkabı yapımı, deri işleme, kumaş boyama gibi işler bulunuyormuş.
Mum o dönemlerde çok pahalı bir madde olduğu için, çalışanlar ışık kaynağı
olarak küçük şişelere koydukları balık yağlarını yakarlarmış. Havasız bir
urtamda balık yağı, kovalarda biriktirilen dışkıların ve kimbilir daha nelerin
nelerin kokusu. Çalışma şartlarını hayal edebilmek güç..
Edinburg’da yaptığımız yer altı turu gerçekten çok
ilginçti. Tur sonunda saat 6’ya geliyordu. Üşümüştük ve çok yürümekten
yorulmuştuk. Bu durumda bizi ısıtması ve tazelemesi için İskoçya’nın en değerli
ürünlerinden birine başvurmaktan başka çare kalmamıştı : Viski
Kapanmak üzere olan bir dükkana hızla dalıp, bir şişe yıllanmış malt viskisi aldık. Yemek
öncesi otelde muhabbetin yanına meze olarak şişenin yarısını bitirmiştik
bile. Akşam yemeğinde de otelden birkaç sokak
ötesindeki son derece hoş bir İtalyan lokantasında bir şişe de şarap bitirince,
ikimizde uzun zamandır olmadığımız kadar sarhoş olmuştuk. Ama her halde Avrupa’nın
en çok içki içilen şehirlerinden birinde böyle bir akşam yaşamadan da olmazdı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder