Eğer Lübnan’a bir iki günden daha fazla zaman ayırdıysanız
ülkede ziyaret edilebilecek kentlerden biride Tripoli ya da bizim eskiden
bildiğimiz adıyla Trablusşam. Osmanlı
döneminde, devletin sınırları içerisinde aynı ismi taşıyan iki şehir olunca Şam
‘a yakın olan kent Trablusşam, Kuzey Afrika’daki bugün Libya sınırları içinde
kalan kent de batıda olduğundan dolayı Trablusgarp adını almış.
Tripoli, Beyrut’un 85 km kuzeyinde kalan Lübnan’ın ikinci
büyük ve Osmanlı döneminden kalma yapıları bol olan bir kenti. Şehir 1516
yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı topraklarına
katılmış. Bugün de %80’e varan Müslüman nüfusu ile, Müslüman kimliği ağır basan
bir şehir.
Tripoli’deki en önemli Osmanlı eserlerinden biri eski şehrin merkezinde bulunan 2.
Abdulhamit’in tahta çıkışının 30. yılı nedeniyle
dikilmiş saat kulesi.
Bizimde ilk hedefimiz saat kulesini bulup, oralara bir
yerlere arabayı park etmek. Ama bulabilmek ne mümkün. Yağmur yağıyor, trafik
sıkışık ve kimi yerlerde yollar kapanmış. Bu durumda arabadaki GPS aletimizin
de bize hiçbir faydası olmuyor. İstanbul trafiğine rahmet okutacak cinsten bir
trafikte 1-1,15 saat kadar ömür tükettikten ve ne İngilizce, ne Türkçe, ne de
benim bozuk Fransızca kelimelerimi anlayan kimse bulamayıp, uzunca bir süre
kolumuzdaki saati gösterip, bir de el kol hareketleri ile kule yapıp sessiz
film oynadıktan sonra, saat kulesini buluyoruz.
Çok ilginçtir ülkenin karmakarışık trafik ve yollarına inat,
burada da park yeri bulmak hiç sorun olmuyor. Kaldırım kenarlarındaki park
metreler işi çok kolaylaştırıyor. Tripoli’ye ilk kez gelenler için saat kulesi
iyi bir başlangıç noktası. Şehrin eski çarşılarına, kuyumcular çarşısına ve
ünlü sabun hanına çok yakın bir mesafede.
Yalnız Lübnan’a geldiğimizden beri peşimizi bırakmayan kötü
hava burada da iş başında. Sürekli yağan yağmur neredeyse bize nefes
aldırmıyor. Ne resim çekebilmek mümkün, ne de biraz etrafı gözlemlemek,
dükkanlara bakabilmek. Halbuki Tripoli’nin suok ları oldukça otantik ve geniş
bir alanı kaplıyor. Burada ziyaret edilebilecek yerlerden biri, Memlukların son
döneminde 16. Yüzyıl başlarında sabun ticareti yapanlar için kurulmuş bir
kervansaray - Khan el Saboun, yani sabuncular hanı. Tripoli sabun üretiminde
önemli bir merkez ve yüzyıllar boyunca Avrupa’ya buradan sabun üretip ihraç
etmişler. Bugünde bu han’da sabun üreticileri, çeşit çeşit kokulu ve şekilli
sabunlarını tüketicilere sunuyorlar. Biz de, bizim evin olmazsa olmazlarından
kocaman küp şeklinde lavantalı sabun alıyoruz buradan.
Tripoli’de ziyaret edilebilecek pek çok Osmanlı eseri var
ancak hem şehrin, hem insanların günlük hayatına daha rahat ulaşabileceğimiz,
dokunabileceğimiz çarşı pazar gezmeleri
hemen hemen her yerde bizim
önceliğimiz olduğundan, hem de Osmanlı eserleri oldukça tanıdık bildik
olduğundan, hiç dinmeyen yağmura karşın sokakları arşınlamaya devam ediyoruz. Çoğu
yer bizim İstanbul -Mahmutpaşa havasında.
Bir de Tripoli’nin tatlıcıları çok ünlüymüş, hakikaten saat
kulesine yakın olan bir tanesi tıklım tıklım dolu. Ama tatlı ile çok fazla
işimiz olmadığından orayı da es geçiyoruz. İşin aslı, hiç pes etmeyen yağmur
aslında bizi pes ettirmiş durumda.Bir an önce arabaya ulaşıp sahil yolundan
yavaş yavaş Beyrut’a dönmek istiyoruz.
Tabii bu kararı veriyoruz ama Tripoli’den çıkabilmek ayrı
bir dert. Ne yöne gideceğimizi tam kestiremeden uzunca bir süre, eski
çarşıların labirent misali daracık sokaklarına takılıp kalıyoruz, sonuçta
trafikte bayağı sinir bozucu bir saat geçirdikten sonra, sahil yoluna çıkmayı
başarıyoruz.
Ülkenin bu kısmının sahil şeridi daha bir sayfiye yeri
kıvamında ama her yerde olduğu gibi ünlü dekorasyon dergilerine poz verebilecek
güzellikte ve son derece modern evler ve yıkıntı döküntü halindekiler yan yana
uzanıp gidiyor.
Yollar oldukça tenha, ve sonunda yağmur’da durduğu için
Biblos’da bir mola verip keyifli bir yolculuk sonrası Beyrut’a geri dönüyoruz..
1 yorum:
Hallab ve Oğulları tatlıcısına uğramadan dönmemişsinizdir umarım. Hayatımda yediğim en güzel tatlılardı ayrıca resimlerde eski çarşının içinde Akra restauantta yemeğimizi yemiştik, orası da harikaydı..
Biz geçen sene gitmiştik, umarım halen (Suriye savaşı'ndan) aynı güzelliktedir...
Yorum Gönder