17 Ekim 2007 Çarşamba

Şems-i Tebrizi / Konya

Mevlana’yı anlamayı giden yol, biraz da Şems-i Tebrizi ile olan ilişkisini anlamaktan geçiyor. 1185 yılında Tebriz’de doğan Şems, o dönemde İslam’ın yayılmasına öncülük eden gezgin dervişlerden biridir. O kadar çok yer gezmiş ki, Şemseddin Perende, yani uçan Şems adıyla anılırmış.

Aldığı manevi bir işaret üzerine Konya’ya, Mevlana’yı bulmaya gelir Şems, ve onu bulduğu andan itibarenden, Mevlana’nın yüzyılların ötesine uzanacak olan yolculuğu da başlamış olur. Eğer Şems ile karşılaşmamış olsa, dönemin bilgili ulemalarından biri olup, sonrasında da tarihin kalın sayfaları arasında belki adı bile geçmeyecek olan Mevlana, Şems ile bambaşka bir değişim geçirir ve ilahi aşkın potasında erimeye başlar.



İkilinin tutkulu ilişkisi kesintilerle üç-üçbuçuk yıl kadar sürer. Gözlerinin deyim yerindeyse birbirinden başkasını görmemesi, Mevlana’nın halkla ilişkisini kesip, medresedeki derslerini bırakıp tüm zamanını Şems ile sohbet ederek geçirmesi, etrafındakilerin derin kıskançlığına neden olur. Dedikoduların yayılması üzerine Şems ansızın Konya’yı terk eder, Mevlana perişan olur, matem giysileri ile dolaşmaya başlar. Bu dönemde Şems’den öğrendiği varsayılan sema ayinlerini yapmaya başlar. Dört bir yana mektuplar yollanır Şems’i bulmak için, sonunda Şam’da olduğu anlaşılınca Mevlana oğlunu gönderir Şems’i alıp getirmesi için.

İkinci buluşmaları da kısa bir süre sonra aynı akıbete uğrar ancak bu kez Şems büyük bir ihtimalle Mevlana’nın, aralarında oğlu da olduğu rivayet edilen yakınları tarafından öldürülecektir. Sonraki yıllarda mektuplarla da yetinmez Mevlana, bu kez Şems’i bulmak için kendisi düşer yollara. Dört kez Şam’a gider gelir ama boşunadır.

Bugün Mevlevi Dergahına çok yakın, şu anda cami olarak kullanılmakta olan bir mescid’de Şems’in mezarı olduğuna inanılan bir sanduka var. Orayı ziyaret için gittiğimizde ikindi namazı vaktiydi. Namaz bitip, cami boşaldıktan sonra ayakkabılarımızı çıkartıp, başlarımızı örtüp içeri girmeye çalışırken, dışarı çıkmaya çalışan türbanlı bir kadın gurubu ile karşılaşıyoruz. Bu hanımlardan biri güya kendi kendine söyleniyor; ‘ Buraya böyle gelip erenlerin ruhlarını rahatsız ediyorlar’



Refleks olarak bizim gruptaki hanımların kılık kıyafetine ve hareketlerine bakıyorum. Herkes dini bir mekana girdiğimizin bilincinde, kılık kıyafet uygun, başlar örtülmüş, sessiz. Bu lafın kılık kıyafetimizde ki yada davranışlarımızda ki bir uygunsuzluğa değilde, onun gibi türbanlı olmadığımız için geldiğini anladığım anda, sevgili arkadaşım Melahat’in eşi Yüksel hemen lafı yetiştiriyor; ‘seni kim ulema tayin etti?’ Kafalar önde hemen dışarı süzülüveriyorlar.

İnsanların inançlarına saygım sonsuz ama aklın, inancın süzgeci olması gerektiğine de şiddetle inananlardanım. Ey be kadın dedim kendi kendime, gelip dua ettiğin erenleri hiç mi merak etmedin? O önünde dualar ettiğin sandukanın içindekinin Şems olma olasılığı milyonda bir, ya boş ya da kim olduğu belirsiz başka biri var. Mevlana bulamamış Şems’i, sen mi burada buldun? Ya da senin o erenlerinin en büyüğü Mevlana’yı hiç mi okumadın? O Mevlana ki şöyle demiş; ‘Can gözü açık olmayan sakaldan ve sarıktan başka bir şey göremez’

12 yorum:

Nihat Akkaraca dedi ki...

Ahh! ne kadar açık ve net bir dille anlattın bize Mevlana ziyaretini, Ayşegül. Ah benim Türkiyem!
Bir yanda Ayşegüller, diğer yanda kafasının içini dışını örümcek ağıyla sarmalamış Ulemalik taslayanlar...

Nihat Akkaraca dedi ki...

Ahh! ne kadar açık ve net bir dille anlattın bize Mevlana ziyaretini, Ayşegül. Ah benim Türkiyem!
Bir yanda Ayşegüller, diğer yanda kafasının içini dışını örümcek ağıyla sarmalamış Ulemalik taslayanlar...

Butterfly dedi ki...

Sevgili Ayşegül okurken tüylerim diken diken oldu, ancak bu kadar güzel anlatılabilir di, yüreğine sağlık, heyecanla devamını bekliyorum. Sevgiler.

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Sevgili Nihat Abi, Butterfly ülkemizde artık ne kadar sıradan hale gelmiş olsa da, bu tarz olaylar beni çok üzüyor. Bize verilen aklı kullanamamak gibi bir düşünceyi kabul etmekte çok zorlanıyorum.

mavimantar dedi ki...

Sevgili Ayşegül...aceleciliğimden olsa gerek, kronolojiyi takip etmeden bu yazını okuyarak başladım ama daha birinci paragrafta ilk yazılarını merak eder oldum.Hemen baştan okumaya başlıyorum ve sıkı takipçilerinden olacağım da kesin.Böylesine keyifli anlatımları kaçırmak istemem elbette.
Ve maalesef ,"verilen aklın kullanılması gerektiğini anlayan insan sayısının azalmakta olduğu" gibi bir düşünceye takılıp kalıyorum bende bazen.
Sevgiler.

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Hoşgeldin sevgili mavimantar,
Bundan sonra galiba birbirimize bayağı misafir olacağız.
Sevgiler

HicoŞip dedi ki...

"seni kim ulema tayin etti?" :))) çok güzel bir cevap olmuş.
bunu ilk kez okudum, daha önce hiç duymamıştım,onun için de ayrı bir teşekkür edeyim :)

amatör dindarlarımıza gelince; keşke körü körüne bakmasalar da o "erenler" gibi anlamaya, düşünmeye çalışsalar. çok yazık ..

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Haklısın Hicran ama ne yaparsın böyle bir ülkede yaşıyoruz işte..

Adsız dedi ki...

Ne güzel bir sunumdu yine.. Bu kadar akıcı bir dil kullanman inan daha da güzelleştiriyor konuyu..
Melahat’in eşi Yüksel de kapak gibi bir cevap vermiş, helal olsun!!
Son paragrafta ise, tüylerimin diken diken olmasını engelleyemedim..
Çok güzeldi, teşekkürler :)

Nihat Akkaraca dedi ki...

Kitabı yazmaya başladın mı, Ayşegül? Beklşiyoruz.

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Vallahi Nihat Abi, bir kitaba başlamak için biraz daha büyümeyi beklemem gerekirmiş gibi geliyor bana. Şu anda yazdıklarım çok amatörce şeyler ama kitap çok ciddi bir çalışma ve sabır işi, dolayısıyla sizi öyle çok takdir ediyorum ki...

emel dedi ki...

şemsi ve mevlanayı anlamaya çalıştığım hayatlarını incelediğim şu günlerde yazınıza hayran oldum....ama malesef körükörüne bir inanç var ülkemizde.lkapat demişler kapatmış kıl demişler kılmış, tut demişler tutmuş..hiçbir zaman neden niye dememiş...türbana giripte başı secde görmeyen müslümanların olduğu bir ülkede senin gördüğün manzara hiç te şaşırtıcı olmasa gerek...