25 Ekim 2007 Perşembe

Konya

İki günlük Konya gezisini yazıp bitirmem neredeyse yirmi iki günden fazla sürüyor, ama bildiğiniz gibi mavilimon’da da işler böyle yürüyor. Ne zaman ne yapacağımı çok bilmediğim gibi, yazacaklarım da çok planlı olamıyor. Yazmadan da bırakmak istemiyorum, çünkü yazdıklarım benim için bir süre sonra önemli referans kaynağı haline geliyor. Dolayısıyla bugün hızlı bir Konya turu, sonrasında ise bambaşka bir iklime ve coğrafyayı yazmak niyetindeyim: Küba... Ama önce Konya durakları;

1) Karatay Medresesi: 1251 yılında Selçuklu veziri Celaleddin Karatay tarafından yaptırılan ve Anadolu Selçuklu sanatının başyapıtlarından biri olan bu eser, Konya’da, Mevlana müzesinden sonra en çok görmek istediğim yapıydı ancak restorasyon nedeni ile kapalıydı.

Günümüzde Çini Eserler Müzesi olarak kullanıldığı için, çinileride göremedim. Ancak giriş kapısındaki harika taş oymalar içerisi hakkında da bir fikir veriyor. Mevlana döneminde dervişlerin buluşma noktası olan yapı bir gün yolum tekrar Konya’ya düşerse mutlaka gideceğim bir yer.






2) Arkeoloji müzesi: Son derece mütevazi binasında hizmet vermekte olan müze’ye hiç bir şey için olmasa bile sadece Roma döneminden kalma lahitleri görmek için gitmek gerek. Özellikle Herakles lahidi.


3) İnce Minareli Medrese: Boşuna ince ve uzun bir minare aramayın. 1901 yılında düşen bir yıldırım sonucu minarenin boyu oldukça kısa ve güdük kalmış. 1264 yılında Sultan 2. İzzeddin Keykavus'un veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılan medrese, 1956’dan beri Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak kullanılmakta. Sahip Ata Külliyesini de yaptıran Fahreddin Ali iyi bir vezirmiydi bilemem ama ince bir sanat sevgi ve bu zevki hayata geçirecek bir zenginliğe sahip olduğu kesin. Konya'ya kazandırdığı iki harika eserin yanında, Akşehir'daki Taş medrese, Kayseri'deki Sahabiye medresesi ve Sivas'ın görkemli Gök medresesi bu vezirin Anadolu topraklarına bıraktıkları..



Binanın giriş kapısındaki taş işçiliği tek kelime ile nefes kesici. Kapının üzerinde, zarif bir düğümle yukarılara doğru uzanan arapça yazılar Tanrı'ya uzanışın bir simgesi mi acaba? Kesinlikle çok güzel düzenlenmiş bir müze, Selçuklu ve Karamanoğlu dönemine ait kabartma rölyef örneklerinin en güzelleri burada. Selçuklu’lardan kalma bir melek kabartması en favori parça oldu benim içi. Ayrıca müzede çok zengin bir halı ve kilim koleksiyonu da bulunuyor.






4) Alaeddin Cami: 1100’lü yılların sonlarına doğru, Sultan 1. Rükneddin Mesud tarafından yaptırılmaya başlanan yapıya, sonrasında pek çok Selçuklu, Karaman ve Osmanlı Sultanının elide değmiş. Yapıda ayrıca Karaman’daki kiliselerden getirildiği düşünülen pek çok devşirme malzemede kullanılmış.Rehberimiz sanat tarihçisi Ahmet Vefa Çobanoğlu’ndan, siyah beyaz taşların kullanılmasıyla elde edilen zengi düğümünü de ilk kez burada öğrendim ve gördüm. Haçlı Seferleri sırasında islam’ın koruyucusu olan Zengiler, buradan sonra bir düğümle de aklımda kalacaklar. Cami’nin içinde 1155 yılında Ahlatlı Hacı Mengüberti tarafından yapılan kündekari minber ise Türk ahşap sanatının en görkemli örneklerinden biri. Mutlaka görülmeli. Cami’nin avlısunda ise Kılıç Arslan’ın türbesi bulunuyor.


5) Selçuklu Saray Kalıntısı: Alaeddin Cami yakınında küçücük bir parçası kalmış. 2. Kılıç Arslan tarafından 1156 yılında Konya Kalesinin üzerine yaptırılan ‘seyran köşkünün’ kalıntısında Selçuklu mimarisinden çok hoş örnekler var. 80 yıl önce çekilen fotoğraflarında iki katlı olarak görülen yapı bugün tek katlı ve fantastik bir beton şemsiyenin altında korumaya alınmış durumda.









6) Sahib Ata Vakıf Müzesi: Vakıflar idaresine kocaman bir ‘helal olsun’ dediğim yer burası. Tüm Vakıf müzelerini görmüş olan rehberimize görede kesinlikle en güzel Vakıf müzesi. Kırmızı tuğlalar ve çinilerdeki mavi’nin çeşitli tonlarından oluşan bir dünyaya giriyorsunuz burada. Sergilenen eserler son derece özenle seçilmiş, sergileme düzeni son derece başarılı. Çinilerin üzerindeki deki her bir rengi, her bir figürü neredeyse tek tek resimleme çalıştığım bir yer oldu. Mavilerin güzelliğine takılıp kaldım anlayacağınız. Bu arada işte bu anca Türkiye’de olur denilen bir hikaye de çıktı restorasyon çalışmalarından. 2005 yılında restorasyon ihalesini kazanan firmanın maharetli ustaları(!) külliyenin içinde bulunan hankahın 730 yıldır ayakta duran nadide turkuaz çinilerini yenilerini yapmak gerekçesi ile balyozlarla yere dökmüşler. Neyseki olay çabuk farkedilmiş, olay savcılığa intikal ettirilmiş, davalar sürmekteymiş ve yeni yapılan bir ihale ile de, dökülen çiniler tek tek yerine yerleştirilmiş. Külliyenin hemen yanında bulunan Sahip Ata Camisi’nde de restorasyon çalışmaları devam etmekteydi. Buranın taç kapısında da ilk kez bir emzikli sebil gördüm. Suyun değerli olduğu bir coğrafyada, suyu şakır şakır akıtmak yerine, bir kamış yardımı ile su içilir, ve ziyan edilmezmiş.

7) Konya yemekleri: Bamya çorbası ve etli ekmeğin tüyosunu önceden alıp gitmiştim. Öncelikle her ikisininde tadına kaldığımız Rixos Otel’de baktım. Harikaydılar. Özellikle bamya çorbası mutlaka tavsiye edilir. Ertesi gün Mevlana Müzesinin yakınında bulunan Mevlevi Sofrasında’da çoban kavurma ve etli ekmek istedim ama çoban kavurma çok güzel olmasına rağmen etli ekmek son derece kötüydü. Sanırım bir daha ki sefere iyi bir restaurant adresi alıp gitmek lazım. Konya’dan yaptığım alışverişde bol miktarda kurutulmuş bamya almak oldu. Stoklar iyi dolayısıyla bu kış menüde bol bol bamya çorbası olacak.

5 yorum:

Nihat Akkaraca dedi ki...

Şu anda hepsini okuyup bitirmedim, yşegül. Ama zaman zaman gelip okuyacağım bir yazı daha var burada. Sağol. teşekkürler.

Nihat Akkaraca dedi ki...

Peki bu bamya çorbasını bizler nasıl yiyeceğiz?

mavimantar dedi ki...

Yazıların sayesinde bir çok şey öğreniyor,bir çok yeri görmüş gibi oluyorum.Bu arada Zengileri araştırdım.Kısacası sevgili Ayşegül,blogun bende alışkanlık yaptı.Bugün kötü bir gündü benim için ama yinede sana uğramadan gitmek istemedim.Sevgiler

Geveze Kalem dedi ki...

Türkiye'de işler böyle yürür işte, birileri sadece birkaç yıllık tarihine gözü gibi bakarken, bizler yüzyıllık, binyıllık tarihimizi talan edenlerin ardından bakakalırız.

Bamya çorbasının tarifi yok mu? İlginç geldi bana.

Küba'yı bekliyorum...;-)

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Sevgili mavimantar, Nihat Abi ve annem'in kalemi, yorumlarınız için çok teşekkürler. Bamya çorbası, bildiğimiz ekşili bamya yemeğinin sulu hali yalnızca özellik bamyalarda, hepsi çok küçük, cinsi mi böyle yoksa çorba için büyümeden mi topluyorlar bilemedim.

Yazın Datça'da artık küçük bamya toplamaya çıkıp, yapacağız çorbayı Nihat Abi...