4 Temmuz 2008 Cuma

ST .PAUL YILINDA TARSUS

Artık mavilimon'un ayrılmaz bir parçası haline gelen sevgili arkadaşım Aynur Koç dur durak bilmiyor. Bu seferde Tarsus'tan harika anılar ve fotoğraflarla dönmüş. Tarsus benimde yıllardır 'gitmek istediğim yerler' listemin en üst sıralarında. Aynur'un yazısından sonra adeta gitmiş kadar oldum. Eğer Tarsus sizinde planlarınızda varsa bu yazıyı mutlaka saklayın derim..... Teşekkürler Aynur....
İstanbul’da yaşayan Tarsus’lu arkadaşım Ayşe’nin peşine takılarak halasının
80. yaş kutlaması için nisan ayında buralara gelmeseydim bu güzel ilçeyi tanımaktan
mahrum kalacak en önemlisi St.Paul yılı hazırlıklarını yerinde göremeyecektim.

Vatikan tarafından 28 Haziran 2008-29 Haziran 2009 dönemi doğumunun iki bininci yılı nedeniyle St. Paul yılı ilan edildi.Bu sebeble pek çok hristiyanın hacı olmak için St.Paul’un
doğum yeri olan Tarsus’u ziyaret etmesi bekleniyor. Ev sahibi Tarsus ,gelecek misafirlerine ‘’doğum evi ‘’ titizliğinde özen gösterdiği bir hazırlık yapmış.

Kültür Bakanlığı’nın desteği ile St. Paul Kilisesi başta olmak üzere, St. Paul Kuyusu ile beraber kuyu çevresindeki Kızıl Murat mahallesindeki 30 adet Cumhuriyet dönemine ve öncesine ait 30 bina restore edilmiş, dış cepheleri sağlamlaştırılmış.
Bakanlığın çalışmalarının yanı sıra Berdan Vakfı Tarsus’taki arkeolojik çalışmalara sponsor olarak büyük destek vermiş, Tarsus Müzesi, Roma Hamamı kazısı ve Antik Yol gibi çalışmaları yürütmüş.



















ST.PAUL KİMDİR ve NEDEN ÖNEMLİDİR?

St. Paul, hristiyanlıkta evrensel bir şema çıkararak dinin geniş kitlelere yayılmasını sağlar. Hz. İsa’nın sadece hristiyanlara gönderildiğini söyler. Böylece yahudilere gönderilmediğinin altını çizerek dini adeta kavimsel bir özellik olmaktan çıkararak, evrenseliğe geçirir.
St. Paul’un seyahatleri, yeni ahidin üçte birini oluşturan mektupları, Anadolu’da gezdiği şehirlerdeki söylevleri , İsa’nın sembol olarak insanlara yakın bulunmasını sağlarken, önemli ölçüde hristiyanlığın dünya dinine dönüşmesine ve ilahiyatının temellerinin atılmasına da sebep olur.

Peki St.Paul yahudi olarak doğup nasıl hristiyanlığa dönmüştür?
Tarsus’ta Roma vatandaşlığı hakkını kazanmış bir ailede Saul olarak doğar.
Tarsus’ta aldığı iyi eğitimin üzerine hahamlık eğitimi için gittiği Kudüs’te yahudi milliyetçiliği ve din adamlığı yanı ağır basar. Hristiyanlığı yahudilik karşısında
ciddi bir tehdit olarak gördüğü için hristiyanlara çok eziyet eder, öldürülmelerini ister.
Hz. İsa zamanında yaşamamıştır yani havarilerinden biri değildir ancak 40’lı yıllarda devreye girer. Damascus (Şam) yolunda yaşadığı bir olay onun Hz.İsa’dan sonra ikinci adam konumuna gelmesine ve İncil’de adının Tarsuslu havari olarak geçmesine neden olacaktır.

İnanışa göre Saul ve yanındakiler yakaladıkları hristiyanları Damascus’a (Şam) Romalılara teslim etmeye götürürken gökte beliren ışık etraflarını aydınlatır, hepsi yere kapanır, “neden bana zulmediyorsun” diye bir ses duyarlar kimilerine göre bu İsa’nın görüntüsüdür. Saul ve yanındakiler yere kapanır, ne olduğunu anlayamazlar. Saul sesin kime ait olduğunu sorduğunda “ben senin zulüm ettiğin İsa’yım” yanıtını alır. Ses, Saul’e “kalk ve kente git, ne yapman gerektiği orada sana söyleyecekler” der, ne var ki ayağa kalktığında Saul kör olmuştur. Arkadaşları onu Damascus’ta bir yahudinin evine götürür. Burada kaldığı üç gün boyunca yemek yemez ve gözleri görmez. İsa’nın öğretilerinden geçmiş ( İsevi) Hanania Saul’un kaldığı eve gelerek ellerini gözlerinin üzerine koyar ve tekrar görmesini sağlar. Gözleri açıldığında artık Saul yahudi kalmak istemez, İsa’nın mucizesine inanmıştır, hristiyanlığa geçer ve doğumunda verilen Romalı adı olan Paulus’u (Paul) kullanmaya başlar.

Bugün Şam’da (Damascus) hristiyan mahalesinde yer alan Fransiskenlere ait
Hanania Kilisesi bu evin üzerine kurulmuştur. Bethlehem’deki Doğuş Kilisesi’nden
(Church of Nativity) sonraki en önemli hac yerlerinden biri olan kilisenin duvarlarında yukarıda anlatılan öykü resimlendirilmiştir.Görmeye başladıktan sonra Paul (Paulus) hristiyanlığın yayılması için var gücüyle çalışacak, mektuplar yazacak, Anadolu’da
seyahat edecek adeta İsa’nın elçisi olacaktır.
ST.PAUL KİLİSESİ/ANIT MÜZESİ

St.Paul Kilisesi /Anıt Müzesi hac maksatlı olarak ziyaret edilmektedir. Bu özel yılda ayin düzenlemek isteyen dünyanın çeşitli ülkelerindeki hristiyan gruplar aylar öncesinden
randevu almışlar.

M.S 17-18 yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen kilisenin tavanında Yohannes, Mattios, Markos, Lucas yani dört incil yazarının freskleri bulunmaktadır. Ufak ama çok sempatik ve bakımlı olan kilise iki sıra halinde dört sütunla üç nefe ayrılmış üzeri tonozla örtülmüştür. ST. PAUL KUYUSU
Bu kuyu antik caddenin yaklaşık 200 metre yakınında, St.Paul’un yaşadığı evin bahçesinde bulunmaktadır. Suyu her dönem kutsal sayılmış, şifalı olduğuna inanılmıştır. Kuyunun hemen yanında yapılan kazı çalışmalarında evin temeli bulunmuş, zarar görmemesi için üzeri camla kaplanmıştır. Önemli hac yerleri arasındadır.



















St.Paul Kuyusuna gidilen caddelerdeki dükkanlarda herşey St.Paul’e odaklanmış...
Yer, gök St. Paul... Bizde bu yılın anısı olarak birer St. Paul tabağı aldık.
ÖDÜLLÜ BİR TARSUS EVİ - AYŞE MİRİCİ EVİ St.Paul Kuyusu’nu arkamızda bırakıp tarihi Tarsus evlerinin bulunduğu Kızıl Murat
caddesi ve yan sokaklarına giriyoruz. Ayşe Mirici Evi 1991 yılında en iyi korunan Tarsus evi seçilmiş. Bu evi diğerlerinden farklı bir özellik işgal (1919) yıllarında Fransızlar tarafından karargah olarak kullanılmış olması. Evin yaşlı ve yalnız sahibesi Ayşe Mirici bizleri kırmadı ve evi gezmemiz için içeri davet etti.



















Ayşe Mirici bu evde doğmuş ve yaşıyor, öldükten sonra müze yapılması için Kültür Bakanlığı’na bağışlamış...
Duvarlardaki solmuş resimler, çerçevelenmiş mektuplar ve Ayşe Mirici’nin gençlik resmi geçmişi bugüne taşıyor.

Fransız komutanın evde kaldığı tarihlerde Ayşe Mirici henüz dünyada yok, sonradan ailesinin anlattıklarından hatırladığına göre, Fransızlar evi terk edip aile eve geri döndüğünde odaları bomboş bulmuşlar. Halen son derece bakımlı duran altın varaklı aynayı, koltukları, yemek odası ve yatak odası takımını babası, O’nun ifadesiyle Saray’dan (İstanbul’dan) getirmiş.

ANTİK YOL
Bu kez yine St. Paul Kuyusu cıvarındaki Cumhuriyet alanı yanındaki Antik Yol’dayız.İnsanın burada nefesi tutuluyor, heyecanlıyor. Yıllara meydan okuyan bu yolunkanalizasyon sistemini ve caddenin her iki yanında yağmur sularını toplayan açık su kanallarını ve belli aralıktaki setlere açılan tıkanmayı önleyici mazgallarını görünce şimdiki belediyelerimizin burayı mutlaka inceleyip örnek almaları gerekir diye düşünüyorum.

İ.Ö 2. yüzyılda yapıldığı ve Ortaçağa kadar kullanıldığı düşünülürse poligonal olarak yerleştirilmiş taşların üzerinden yüzlerce yıl boyunca binlerce insanın ve arabaların geçmesine karşın aşınmamış olması da oldukça düşündürücü. Bugün yeni dökülen asfaltın şiddetli yağmur altında hemen göçmesinin/çökmesinin düşündürdüğü gibi.

Yolun şimdilik yaklaşık 60 metrelik kısmının ortaya çıkarılmış olması bile, Libya’da El Hums yakınındaki Leptis Magna’da gördüğüm yol kadar etkileyici olmasına yetiyor.













ŞEHRİN ORTA YERİ ŞAHMERAN HEYKELİ
Hepimizin evinde mutlaka Anadolu’nun bir yerinden alınmış cam altı boyama bir Şahmeran resmi vardır. Şahmaren da aslen Tarsuslu. Efsaneyi ve sonunu hepimiz biliyoruz .
Tarsus-Ceyhan yolu üzerinde Misis Kalesi’nde (Yılan Kale) yaşayan Şahmeran- yılanların şahı, yine bir aşk hikayesi sonundaTarsus’ta bir hamamda öldürülür.
Kıyamet gününde yılanların Tarsusu istila edeceği söylenceleri ile büyüyen Tarsuslu çocuklar acaba buna inanmışlar mıdır? bilinmez, ama bugün Tarsus’taki hamamın zeminindeki ince kırmızılığın Şahmeran’ın kanı olduğuna inanların var olduğunu biliyoruz... ESKİ CAMİ

Heykelin karşı köşesinde Eski Cami’yi görüyoruz. İlk hali M.S 300’lerde eski Ermeni kilisesi, sonradan Ramazanoğlu Ahmet Bey’in Tarsus’u almasıyla camiye dönüştürülmüş... Meydan cıvıl cıvıl, öğle yemeği için bir hareketlilik başlıyor. Bu haraketlilik içinde bu yöreye özgü şekilde yanımızdan bisiklet üzerinde akrobat gibi bir eli gidonu tutan diğer elinde ise tepsi içindeki kebabları, şalgam sularını, ayranları dengeli tutmaya çalışarak müşteriye yetiştirmeye çalışan servis elemanları geçiyor.

Caminin hemen yanında 1800’lerde Belediye Başkanlığı yapmış Şubelizade Mehmet Efendi’nin konağı bulunuyor.

Konağın cephesindeki reklam kirliliği bu güzel sivil mimari örneği bozuyor.
Konağın hemen yanındaysa büyük bir Roma hamamı kalıntısı yer alıyor.
Tarihin nasıl harcandığını, günlük hayatımıza nasıl uyarlandığını , gereksinmemize göre nasıl insafsızca bozulduğunu burada net olarak görebiliyoruz.
Hamam duvarının delinmesi ile oluşturulan oyuk, sokakları birbirine bağlayan kapı işlevi görüyor. Halk bu kapıya güzel bir ad uydurmuş :“Altından Geçme” veya “Kemeraltı” diyorlar.
Roma Hamamı’nın içinden su yerine hayat her gün akıyor.





















Hamamın bugün görünen kalıntıları doğu-batı ekseni ile onu kesen kuzey-güney ekseni olarak iki ana bloktan oluşuyor . 3.metre kalınlığında ve 9 metre boyundaki bu iki duvarın kesiştiği kuzey –batı bölümünün üzeri bir kubbe ile örtülmüş. Berdan Vakfı’nın sponsorluğunda yapılan kazı çalışmasında eyvanda bir havuz onun altında da ısıtma sistemi (Hypokaust) ortaya çıkarılmış.

KIRKKAŞIK BEDESTENİ
Meydandan ayrılıp yan sokaklara doğru yürümeye devam ediyoruz.
Ramazanoğullarından Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmış ve önceleri imaret olarak kullanılan Kırkkaşık Bedesteni bembeyaz boyasıyla, adeta bir gelin gibi ağaçlar arasından karşımıza çıkıyor. Kırkkaşık Bedestenine boşuna Beyaz Çarşı demiyorlar.
Restore edilmiş hali ile çok hoş. İçerde öyle görüntü kirliliği de yok. Tabelaların hepsi ağaçtan aynı ebatta yapılmış, yazılarda tahta ile üzerine konulmuş.
Dükkanlarda Şahmeran motifli tepsiler, kolyeler, tabaklar, cüzdanlar, magnetler,
biçimlerine göre cimcime, sevda çiçeği, kızlar coşturan gibi isimlendirilen tığ işlerinden oluşan Tarsus’a özgü hediyelik eşyaları bulabilirsiniz.
Yörenin özel yayını Aratos dergisinin idari bürosuda burada bulunuyor.

Tek başına Uğur Pişmanlık, Aratos Dergisi’nin yanı sıra Tarsus’la ilgili kitapları derliyor, yayınlıyor. İlginizi çekecek pek çok kitaba ulaşmak için:
Aratos Yayınları irtibat: 0324 814 46 43, aratosdergisi@gmail.com

Ayrıca iyi bir rehber olan Uğur’u , bir çayını içmek için uğradığımız bürosunun önünde
lise öğrencilerine Tarsus hakkında geçmişe yönelik bilgi verirken buluyoruz.
Uğur, turun Bedesten çevresindeki kısmında bize gönüllü rehberlik yapmayı teklif ediyor.Yaşasın...

Tarsus tabiki burada bitmiyor. Çok kısa bir aradan sonra Aynur, Ayşe ve Uğur yine Tarsus sokaklarında olacaklar :))

11 yorum:

Tijen dedi ki...

Ne güzel yerler var bu memlekette, ne çok gidilesi, özlenesi, tadılası gereken yerler...

sarapci dedi ki...

Çok güzel bir yazı! Ellerinize sağlık.

Ama (fazla restorasyon kurbanı) Kleopatra Kapısı bir sonraki geziye kalmış :)

Bir de benim için ayrı yeri olan Tarsus Amerikan Koleji var ama artık misafirleri içeri sokmak istemiyorlar galiba. O yüzden görememiş olabilirsiniz.

Nihat Akkaraca dedi ki...

Çok güzel... Yazılarınızla bilgileniyoruz...

Butterfly dedi ki...

İlk kez duyuyorum güzel ülkemde ciddne görülesi yerler ne çok içimden benim ömrüm buraları gezmeye yetecek mi diye geçirdim birden, hala daha romatizma olmamışken düşmeli yollara ama ne zaman var o kadar gezecek ne de o kadar çok para:) hiç değilse gitmiş kadar bilgi verecek arkadaşlar var bari.
sevgiler

Geveze Kalem dedi ki...

Ne yazını okudum ne fotoğraflara baktım, sana çok acil bir şey yazmak için açtım bloğunu.:)
Dün gece gerçek gibi bir rüya gördüm, Amerika'ya gitmişim ve oradan niyedir bilmem helikopter kiralıyorum ve yukarıdan aşağıya bakıp cennet gibi bir yer görüyorum, meğerse orası Meksika'ymış.:) Ve nasıl oluyorsa elime bir laptop geçiyor, hemen bloğunu açıp yorum bırakıyormuşum, diyorum ki; bak, eğer yazmış olsaydın Meksika'yı, okurdum ve buraları bilerek gezerdim. Ama olsun, dönünce yazmış olursan okurum artık!:)))

Yani bu rüya neye hayra alamettir bilemeyeceğim ama sana bir şeyleri hatırlatıyordur belki;-)

(Not: Yaz zamanları taze gezi yazıları daha iyi geliyor, bakma Meksika ısrarıma. Sonbahara işallah.;-))

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Tarsus benimde hep aklımda olan ama hepde gitmeyi ertelediğim bir yer oldu. Gerçi Aynur'un bu yazısı dere tepe, her detayına kadar gezdiriyor Tarsus'u ama yinede gitmek gerek. Tüm güzel yorumlarınızı Aynur'a iletiyorum.

Sevgili Geveze,
rüyanı okuyunca çok güldüm..Ama sana herhalde 3 vakte kadar bir Meksika yolu açılıyor. Bu arada tembel öğrenci misali tüm Meksika notlarım, fotoğraflarım, ve kaynak olarak kullanmayı düşündüğüm kitaplar minik bir bavulun içinde benimle beraber bir Kemer, Datça turu yapıp tekrar İstanbul'a döndüler. Yazacaklarım bile kafamda şekillendi ama, şu sıralar tadilat, taşınma işleri dolayısıyla pek konsantre olup çalışamıyorum. Ama ben senin bu rüyandan sonra şu daha önceden konuştuğumuz Frida DVD'sini tavsiye ederim. Hem Meksika'nın renkleri, sesleri, hemde yaz zamanı için birebir.
Sevgiler

Adsız dedi ki...

Ben bu konuya yeterince önem verilmediğini düşünüyorum.
Konu hakkında daha ayrıntılı bilgi
http://www.saintpaultarsus.com

Adsız dedi ki...

Merhaba, yazı ve yorumlar oldukça eski..Ama Tarsus Anadoludaki en eski yerleşim kabul ediliyor bir çok tarihçi tarafından..Çok mistik bir havası olduğu kesin.Bir özelliği daha var, neersine bir kazma vursanız mutlak eski bir şeye rastlanır.Çok yeraltı definesi çıkar hala.Ama asıl hazine kendisidir..Üç dinin buluşma noktası farklı bir yer..
Yolunuz düşerse mutlak uğrayın ve çok zengin mutfağından mutlaka bir şeyler tadın.Pişman olmayacaksınız.
Selamlarımla..

Adsız dedi ki...

Ben yeryüzünde bu şehirden daha güzel bir yer olduğunu düşünemiyorum desem, abartmış olurum..Şöyle düzelteyim en azından bence öyle..Çünkü ben o şhirde doğdum..

erdalay dedi ki...

tarsusu çok ince ve güzel anlatmışsınız.beğenerek zevkle okudum.kalemine sağlık,teşekkürler.

faruk yılmaz dedi ki...

tarsus medeniyetler şehri yıllardan 1320 haçlı orduları kuduse saldırmak için hazırlık yaparlar ve alman kralı barborossa ordusu aylarca yol aldıktan sonra bir yaz günü tarsusa girer. konaklamak için ordu şalale yakınların da durur ve kral fredik barborassa serinlemek için şelaleye girer ve sonrasında hasta olur ölür ...ordu nun yarısı almanya ya döner kalan yarısı da ağır darbelerden sonra kudüse ulaşır...