9 Kasım 2008 Pazar

Şanghay


20 milyonu aşan nüfusu ile Çin’in en büyük kenti olan Şanghay, kabına sığmayan, sürekli hareket eden, enerjisi kıpır kıpır bir şehir.

Ama şehrin enerjisini sindirmek için sokaklara dökülmeden önce ilk hedef Şanghay Müzesi. Ben müze ziyaretlerini severim, belki müzelerden daha da çok nedense müzelerin satış mağazalarını severim. Bütün o kitaplar, posterler, hediyelik eşyalar arasında mutlu bir şekilde uzun dakikalar geçirebilirim.

Müze, Şanghay’ın en büyük meydanlarından biri olan Renmin’de. 1996 yılında yapılan dört katlı modern müze binasında, Çin tarihinin en nadide eserleri, son derece iyi bir düzenleme ile sergileniyor. Bu tarz modern müzeleri gezdikçe, koskoca İstanbul’da böylesi bir müzemiz olmadığı için hep üzülürüm.

Müzenin satış dükkanı ise tek kelime ile muhteşem. Hiç abartısız neredeyse bir saatten fazla zaman geçiriyorum orada. Eğer bir gün yolunuz Şanghay’a düşerse, benden tavsiye, sokaklarda çer çöpe bir dolu para vermektense, hediyelik eşya ve kitap alışverişinizi buradan yapın. Satılanlar kaliteli, farklı ve en önemlisi uygun fiyatlı.

Müzeden sonra hedef kalabalıklara karışmak...Bunun içinde en güzel yer sadece yayalara açık olan, büyük alışveriş merkezleri ve otellerin bulunduğu Nanjing caddesi. Işıltılı, büyük dükkanlarda satılan malların fiyatları, dünyanın diğer köşelerindeki hemcinslerinden hiç farklı değil. Anlayacağınız sadece bakmalık...

Nanjing caddesinin bir ucu Bund olarak adlandırılan rıhtıma çıkıyor. Şanghay 1930’larda Uzakdoğu’nun Paris’i ve aynı zamanda da finans merkezi. Bu dönemin simgeleri olan kolonyal binalar Bund’da yanyana sıralanmış. Dünyadaki en zengin art deco bina koleksiyonunun burada olduğu söyleniyor. Eski şehre sırtınızı verdiğinizde ise nehrin karşısında yeni Şanghay’ın Pudong bölgesi ve şehrin sembolü Pearl Tower’ı –inci kule- tek bir fotoğraf karesinde görebilmek olası.


Bund’un bir ucundaki Huangpu Parkının Şanghay’ın sömürge geçmişini yansıtan bir hikayesi var. Bu parkın kapısında ‘ Çin’liler ve köpekler giremez’ yazılı bir tabela konmuş bir zamanlar.


Şehrin sömürgeci geçmişinin bir başka yüzüde, küçük kızların satıldığı, sokaklarından her sabah yüzlerce ölünün süpürüldüğü bir batakhane olması. Bu dönemin kuvvetli mafya aileleri komünizmin gelmesi ile Tayvan ve Hong Kong’a kaçmışlar.

Şanghay 1992’de Deng Ziao Ping’in kararı ile yabancı yatırımcılara açılır. Bu açılma ile Şanghay büyük bir şantiye alanına dönmüş ve bu durum halen devam ediyor. Söylendiğine göre Hong Kong’da 30-35 yıl içinde yapılan bina m2 tutarına burada sadece üç yıl içinde ulaşılmış. Sonuçlar düşünüldüğünde hiçte hoş bir rekor olmamış.

Çin’de tarihi dokuyu koruyamama, ya da yok etme sosyalist dönemde başlıyor. Yeni bir halk yaratma uğrunda, eskinin izleri silinmeye çalışılıyor. Bu dönemde sivil mimari yok edilmeye başlanıyor. Dolayısıyla, yukarı doğru kıvrılmış o güzelim uçan çatılarada artık çok az rastlanıyor.

Birde tabi bu hızlı şehirleşmenin, onun hızına uyamayan insan yönü var. Çin’de bunu simgeleyen en çarpıcı şey ise sanırım dışarıya çamaşır asmak. İnsanların yaşaması için, son derece modern ve lüks görünümlü gökdelenler inşa etmişler ama 30. katta yaşayan adam bile balkonuna yada penceresine bir aparat ekleyip, donlarını dışarıda kurutmayı başarıyor. Çin sanırım benim aklımda her köşeden yükselen gökdelenleri ve onların balkonlarından, camlarından asılan çamaşırlarıyla kalacak.

Şanghay’da eski Çin adına ise küçücük bir mahalle bırakılmış. Tamamen turistik amaçlarla korunmuş bu mahalle, hediyelik eşya satan dükkanlar ve lokantalarla dolu. Gelen yerli yabancı bu kadar turist içinde o kadar küçük ve dar sokaklardan oluşan bir alan ki, bırakın keyif alıp eskiyi yaşamayı, kimi yerlerde kalabalıktan yürümek bile mümkün değil.

Eski şehrin turist dolu sokaklarında nefes alabileceğiniz tek yer ise Yuyuan bahçeleri. 1559 yılında Ming tarzında düzenlenen bahçeler içindeki gölü, taş elderha heykelleri, köprüleri, çay evleri, havuzları ve yemyeşil bitki örtüsü ile bu 21.yüzyılın şehrine çok uzak zamanların soluklarını getirir gibi.

Şanghay’da ziyeret ettiğim yerlerden biride Yeşim Buda Tapınağı. 1890 yılında Burma’dan getirilen iki Buda heykelinin bulunduğu tapınakta benim için ilginç olan yine Çin’lilerin ticaret genlerinin ulaşabileceği son noktaları incelemekti. Şimdi bir camide olduğunuzu hayal edin, mihraba doğru dönmüş namazınızı kılıyorsunuz, bu arada siz ibadetinize devam ederken mihrabın sağ ve sol tarafında kalan duvar kenarlarına kurulmuş tezgahlarda ise alışveriş tüm hızı ile devam etmekte. İşte tapınaktaki durumda tamı tamamına böyleydi. Çin’liler inanılmaz değil mi???
Fotoğraflar: 1-2 ve 8 Wikipedia'dan. 4. fotoğraf Topkapı Sarayı Fotoğraf Arşivleri Sergisinden - 1880-1890 yıllarında Şanghay

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Sayfanda dolaşmak bana rüya gibi geliyor, gezmek çok zor olan mekanlarda dolaşıyorum sayende. Teşekkürler

(Günlük)

Geveze Kalem dedi ki...

Seni aylardır okuyorum (yoksa yılı geçtik mi?), okumaktan aldığım keyfi tanımlayacak kelimeyi bulamamıştım, elit söylemiş; rüya gibi gerçekten.:)

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Sevgili Elit ve Geveze,
sizler severek okuduğunuz sürece bende büyük bir keyifle yazmaya devam edeceğim..
Sevgiler

La Loba dedi ki...

Okudukça gidip görme isteğim daha da çok artıyor ama bakalım ne zaman gideceğim.

ihlamurcum dedi ki...

Sizin gezi yazılarını okudukça, ben de iyi bir gezgin olduğumu anladım.Çin'de beni en etkileyen yer,Guilin olmuştu, bana mistik Çin kokuları salmıştı. Yazınızı çok keyifle yazmışsınız,elinize sağlık.