12 Aralık 2007 Çarşamba

Myanmar'ın mücevheri : Şvedagon

Tayland’ın pırıltılı, temiz ve her bir birimi tıkır tıkır işleyen havaalanlarından sonra, Myanmar’ın başkenti Yangon’unki oldukça eski, küçük ve uzadıkça uzayan vize bürokrasisi ile karşılıyor gelen turistleri. Havaalanı’ndan dışarı adım attığınızdaysa, şehrin soluk ışıkları...Daha önce gittiğim pek çok yere göre oldukça az aydınlatılmış bir şehir.



Devam etmeden önce şu isimleri netleştirmek istiyorum. Myanmar’ın eski ismi Burma, başkenti Yangon’un ise Rangun. Benim gittiğim 2005 yılında Yangon olarak genel kabul gören isim ise daha sonra Nay Pyi Taw olarak değiştirildi. Ben Yangon’u kullanmaya devam edeceğim.

Gece otele giderken Şvedagon Tapınağı, karanlık gecenin ve şehrin içinde pırıl pırıl parlıyor. Uykulu gözlerle hayran hayran seyrediyorum. Beraber seyahat ettiğim gruptan bir kaç cesur yürek arkadaşım, tapınağın sabah beş de açıldığını öğrenince, ışıklandırılmış halini fotoğraflamak için erkenden gitmeye karar veriyorlar. Fotoğraflamaktan daha çok, sabahın erken saatlerine orada dua edenleri izlemek istiyorum, ama bir önceki durağımız Tayland beni o kadar çok yormuş ki, değil sadece üç dört saatlik bir uykunun ardından kalkıp fotoğraf çekmeye gitmek, Myanmar Hükümeti ‘Ayşegül Hanım, dört gözle yıllardır sizin gelmenizi bekliyorduk, gelin buyrun, tapınağın tam tepesindeki 76 kıratlık elması size takdim edeceğiz’ dese umurumda olmayacak.

Ama güzel bir uykudan sonra, ertesi sabah erkenden kapısına dayanıyorum. Etrafta dua eden insanlar ve altın kaplı yapıları ile adeta bir film stüdyosunu andırıyor. Nereye bakacağımı bilemeden etrafımdaki kuyum miktarının şaşkınlığı ile bir süre dolaştıktan sonra, en sevdiğim iş olan insanları seyretmek üzere bir köşeye oturuyorum. Şehrin kalbi burada atıyor, klişe lafı burası için geçerli.

Şvedagon, Altın Dagon anlamına geliyor. Dagon ise başkentin eski isimlerinden biri. İsmi öyle eften püften uydurulmuş bir isim sakın ola zannetmeyin, çünkü tapınakta neredeyse boş bulunan her yeri kaplamak için 62 ton altın kullanılmış. Ana binanın en tepesinde bulunan uzantıda toplamı 278 karat eden 1100 elmas parçası, ucundaki altın top içinde toplamı 1800 karat eden 4351 elmas parçası, onun da en tepesinde 76 karatlık tek bir elmas parçası bulunuyor. Yeni doğan ve çocuk ölümleri ile listelerin en üst sıralarını zorlayan, ve Asya’nın en fakir ülkelerinden biri olan bir ülke için oldukça etkileyici bir döküm değil mi?


Tapınakta astroloji ve ‘nat’lar oldukça önemli. Çin Zodyağına benzeyen bir sistem. İngilizce bilen bir Myanmar’lıdan ufak bir bahşiş karşılığı benim doğum günüme düşen hayvanın fare olduğunu öğrendikten sonra, faremin bulunduğu nat’ı buluyorum. Etraftaki faredaşlarım hemen bana ritüeli öğretiyorlar. Etrafında beni birkaç kez dolandırdıktan sonra, elime verdikleri tasa su doldurup fare heykelini bir güzel yıkıyorum. Faremi gıcır gıcır yapmış olmanı verdiği derin iç huzuru ile tekrar en sevdiğim işi yapmaya yöneliyorum.


Oturduğum basamaklara biraz sonra yanlarında öğretmenleri ile bir ilkokul sınıfı geliyor. Her koşul altında eğlenmenin ve mutlu olmanın yollarını bulan çocuklar, nedense beni seyredip, kendi aralarında kıkır kıkır konuşarak çok eğleniyorlar. En sonunda aralarından çıkan bir cengaver, beyaz kadının belki de tanıdık gelen çekik gözlerinden cesaret alarak, sırt çantamın kenarında asılı olan maymun maskotu ile oynamaya başlıyor. Bu ritüel tüm sınıf tek tek maymuna dokunana kadar devam ediyor, o arada ben gaflete düşüp çocuklardan birinin resmini çekip, kameradan kendisine gösteriyorum. Sonrasında ise hiçbirini kıramadığım için, tapınağın kadrolu fotoğrafçısı misali hepsinin tek tek fotoğrafını çekip, sonrasında ise anında sahibine presentasyon yapmak zorunda kalıyorum. Sınıfın nüfusunu merak eden varsa, elimdeki belgelere dayanarak net bir biçimde söyleyebilirim: 34


Şvedagon tüm Myanmar’ın en kutsal tapınağı. Uzakdoğu’da gideceğiniz tüm ‘en kutsal’ tapınaklarda mutlaka Buda’nın bir parçası bulunduğuna inanılır. Kimi yerde dişidir, kimi yerde ise kemiği. Burada ise sağlığında iki kardeşe verdiği saç telleri bulunduğuna inanılıyor. 2500 yıllık olduğu düşünülen tapınak, Myanmar tarihindeki kimi direnişlerin de merkezi olmuş. İngilizlere karşı direnişi örgütleyenler arasında Şvedagon rahiplerinin ön sıralarda bulunması, 1962’de askeri cuntanın ülkedeki muhalefeti silip süpürmesi sonrasında, buradaki din adamlarına adeta tarihi bir misyon yükledi. Yakın tarihteki en kanlı ayaklanmalardan biri olan 8/8/1988 de, demokrasi isteyen öğrencilerin başlattığı hareket, öğrencilerin burada toplanarak dua etmeleri ardından başlattıkları yürüyüş ile başladı. Sonunda 3000 genç bedenin, hayatının son günü oldu o, kimilerince şanslı kabul edilen o gün...

Bizim televizyonlarda çok fazla yer bulamasa da bu direnişlerin en sonuncusu bu yılın 15 Ağustos'unda başlayıp, 24 Eylül’de yine Şvedagon’dan başlayan yürüyüş ile ivme kazandı. Ölü sayısı askeri cunta tarafında 100 civarı, gayrı resmi kaynaklarca da 1000 lerle ifade ediliyor. Birleşmiş Milletlet Myanmar temsilcisinin bu ay içinde ülkeyi tekrar ziyaret etmesinin ardından bu rakam belki biraz daha netleşecek. Ama merak etmeyin mavilimon, konuyu yerinde incelemek üzere kendi muhabirini de yolluyor. Annem yaklaşık 10 gün sonra Myanmar’da olacak. En yeni fotoğraflar ve güncel haberler yakında anne mavilimon’dan :))


Bu arada biz bir sonraki yazıda,ya Yangon’un sokaklarında dolaşmaya çıkacağız, ya da Afyon’da kaplıca tatilinde termal sulara dalacağız. Mavilimon’un sürekli okuyucuları, yazarının ruh haline bağlı olarak oradan oraya atlamasına alışıktırlar, ama yenileri biz şimdi Myanmar’dan Afyon’a nasıl geldik diye şaşırmasınlar diye bu küçük dip notu vermek istedim.


Bu arada insanı şeytana uymaya teşvik eden fotoğrafları ve tarifleri ile, diyet yapanların uğramasını tavsiye etmeyeceğim Acemi Aşçı , mavilimon hakkında harika bir tanıtım yazısı yazmış üstelik benim yarım mavilimon’uma inat, bir dolu mavilimon fotoğrafı ile... Mutfak özürlü biri olarak tarifler hakkında pek bir şey diyemeyeceğim ama eski sevgilisi profesyonel yemek fotoğrafçısı olan biri olarak, o zamanlardan kalma deneyimlerimle şunu söyleyebilirim ki, fotoğrafları, yemek blogları arasında kesinlikle en iyilerden biri. Teşekkürler sevgili Acemi Aşçı....

Bu arada sevgili mavili komşum mavimantar, sobeni aldım, en kısa zamanda yazmayı planlıyorum...

15 yorum:

mavimantar dedi ki...

Yoksulluk sıralamasında ilk sıralarda yer alan bu ülkenin ,tapınaklarında bu kadar zenginliği görmek...Bazen bunu anlayamıyorum.

Belki göz estetiği açısından süperdir ama,yoksul çocukların sırf karınları doysun diye rahip olduklarını düşündükçe...ya, neyse galiba benim canım sıkkın , hep işin can yakıcı kısmını görüyorum bu gece.

Bu arada şu "fareyi yıkama" işi?.yani ne anlama geliyormuş ki?Ama sen gıcır gıcır yaptıktan sonra eminim daha etkili olmuştur :)) (Bak şimdi daha çok takıldı kafama)

ayşegül laçinler dedi ki...

Okuyorum, öğreniyorum...:)yani çok güzel!

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Sevgili mavimantar,
Çok anlaşamadım adamlarla ama fare yıkama işide bir çeşit adak gibi geldi bana. Tütsü yakmanın bir türü gibi...

Sevgili Ayşegül
ziyeretin ve yorumun için teşekkürler

daimamutfak dedi ki...

Blogları gezerken keşfettim sizi..Ne güzel bir blog bu böyle..sayfaları tek tek çevirdim..hepsi harika izlenimlerle dolu.Paylaşım için teşekkür etmeden geçmeyeyim dedim..ankaradan sevgiler..bende beklerim..neriman

Barış dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Geveze Kalem dedi ki...

Hani sen annemin yazısını okuduğunda genlerimin kaynağı ile ilgili bir atıfta bulunmuştun ya, şimdi ben de sana aynısını diyeceğim; senin gezgin ruhunu kimden aldığın artık ortada.:))
Annenin gezi notlarını da keyifle bekliyor olacağım.
Ayrıca dev elmas uğruna bile kılını kıpırdatmayacak olmana da, 'yok artık!' demek istiyorum.:))
Sevgiler,
Sema.

(Not: Üstte silinen yorum bana ait. Yanlışlıkla oğlumun kullanıcı adıyla yorumlamıştım, düzelttim.:))

Nihat Akkaraca dedi ki...

Sağol Ayşegül. Sizi okuduğum müddetçe Datca'dan dışarı çıkıp gezmeme gerek kalmıyor.

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Hoşgeldin daima mutfak,
Yorumun için teşekkürler bundan sonra daha sık görüşmek üzere...

Sevgili Geveze Kalem,
hakikaten iyisiyle kötüsüyle bu DNA'lardan kaçış yok.. Eskiden annende sinir olduğun kimi hareketleri şimdi sende kendin yapıyor buluyormusun zaman zaman? :))

Biliyorum Datça'dan ayrılmak çok zor ama siz fırsat buldukça çıkın gene Nihat Abi.. Sizin anlatımız ayrı bir güzel...

Adsız dedi ki...

sayfanizi acemi ascinin sayfasindaki nottan buldum ve hemen bakmaya geldim. ilk önce "datca" yazisini görünce hemen o yazilarinizi okudum. cünkü bende 1999 senesinde ilk kez ablam ve enistemle tatil icin gittigim datcaya, her yaz gider oldum. cünkü datcada aski buldum... yemek yemek icin girdigimiz restoranda esimle tanistim. restorani ailesiyle birlikte calistiriyordu. tanistiktan 1 sene sonra evlendik ve onuda kaptigim gibi isvicreye getirdim :-). ama tabiiki (neredeyse) her yaz datcadayiz. cünkü, dedigim gibi, esimin ailesi orada. ve datca gidip görülmeye deger bir yer. yazilarinizi mutlaka okumaya devam edecegim. sadece datcayla ilgili olanlari degil, tabiiki hepsini. sevgilerle... Sevim

Geveze Kalem dedi ki...

Sevgili Mavilimon(stop) Artık suskunluğunuzu bozsanız(stop) Her gün yeni yazı var mı diye bakmaktan helâk oldum(stop)
Sevgiler, Sema(stop) :)

(Ben bu telgraf okumalarındaki stopları duyunca aklıma hep redkid gelir. Bunu neden yazdığımı bilmiyorum. Belki artık saçmaladığımı görürsen, bir an önce yazı eklersin diyedir belki:P)

mavimantar dedi ki...

Ayşegül,
Sema gibi ben de helak oldum valla...Günde 5-6 kez gelip bakıyorum.
Umarım iyisindir...Umarım, bayram tatiline erken başladığın için yazmıyorsundur.Daha fazla bekletme (kaygılandırma) bizi...
Sevgiler...

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Sevgili Sevim,
Hoşgeldin. Kocanla tanışma hikayene bayıldım..Datça'da bir aşk hikayesi...Umarım önümüzdeki yaz yine Datça'ya gelirsiniz ve tanışma şansımızda olur, Sevgiler.

Sevgili blog komşularım. Sizlerden gelen yorumlar üzerine dersine çalışamayan öğrenci durumlarına düştüm. Düne kadar ev Everest'in ana kampı hallerindeydi. Seyahate çıkacak, anne ve teyzeler yolculuk öncesi bende kamp kurmuştu. Ev valizler ve seyahat hazırlıklarından geçilmiyordu. Bende bu vesile ile aslında kaprisli bir yazar olduğumu anladım. Evde öyle fazla ses ve insan varken yazamıyormuşum.:)) Neyse bugün Afyon'a kaplıca tatiline gidiyorum ve bilgisayarıda yanımda götürüyorum. Orada da kapris yapacak bir şey bulmazsam iki masaj arası uzun uzun yazma niyetindeyim. Bu arada hepinize iyi bayramlar...
Sevgiler

Adsız dedi ki...

evet, herkes bizim hikayemizi enteresan buldugu icin, defalarca anlattiriyor. böyle birseyin basima gelecegine hic ihtimal vermezdim. ama kismet iste... tanisma-firsatimiz olursa cok mutlu olurum! yaztatilimizde datcaya gelme planlarimiz var 2008 icin. kismet olursa, ozaman sizi restoranimizdada agirlamak isteriz... selamlar! sevim / not: iyi bayramlar!!

Nihat Akkaraca dedi ki...

Ayşegül, Sevim'in öyküsünü şu başlıkla yazsak;"Datça'da Bir Aşkın Öyküsü" nasıl olur, acaba?

mavimantar dedi ki...

Oh be nihayet,valla senden uzun zaman ses çıkmayınca merak etmeye başlamıştım.Neyse ki hoş bir telaş nedeniyle haber alamamışız.Laf aramızda sana çok imreniyorum; bu soğukta ,sıcak kaplıca sularındasın yaa...
Blogumda belirttiğim nedenlerden dolayı bu bayramı sevmiyorum...Ama tüm güzelliklerin senin ve sevdiklerinin olması dileklerimin yanına bir kucak çiçek ekliyorum...