18 Mart 2008 Salı

Sigiriya'nın Fethi

Bir önceki, Mihintale başlıklı yazımın içinde dolaşan bir bambi falan olunca, masal gibi diye yazmıştı yorum bırakan kimi sevgili blog komşularım. O zaman bu masal diyarı ülkede, masallara devam....


Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde diye başlayalım, Anuratapura Kralı Datusena’nın güzeller güzeli bir kızı ve yakışıklı iki oğlu varmış. Hiç kimselere vermeye kıyamadığı kızını en sonunda kırk gün kırk gece süren bir düğünle Senpati adlı bir asil ile evlendirmiş. Yeni gelin mi fazla nazlı çıkmış, yoksa kayınvalidesi mi otoriter bilinmez ama kısa sürede malum gelin – kaynana savaşları başlamış. Ama bizim gelinin bir avantajı var, babası kral... Bir gün gözyaşları içinde anlatmış babasına bir bir kayınvalidesinin kendisine neler yaptığını... Baba dururmu, hemen bir ferman, ertesi gün kayınvalide sizlere ömür...

Senpati karısına ne dedi, ne yaptı orasını sizin hayal gücünüze bırakıyorum ama annesinin öcünü almak için Kral’a karşı bir isyan başlatır hemen. En büyük destekçiside uzun yıllardır tahtın varisi ağabeyi, Mugalan’a karşı planlar yapmakta olan küçük oğul Kasyapa.

Kasyapa ve Senpati ikilisi savaştan galip çıkarlar. Yeni Kral Kasyapa, babasını canlı canlı bir duvarın içine gömdürür, aynı akıbetten korkan Mugalan ise Hindistan’a kaçar. Ortalık bir süre için süt liman olmuş gözükse de, ortada aslında ne süt vardır ne de liman.. Her gece kapısını çalan vicdanı ve bir gün Mugalan’ın geri döneceği korkusu, Kasyapa’da huzur bırakmaz.

Ve sonunda bir tutam huzur bulmak adına dünyada kendi cennetini yaratmaya koyulur. Cennetin adresi eskiden bir manastır olarak kullanılan Sigiriya Kayasıdır. Yemyeşil bir düzlüğün ortasında adeta bir gemi güvertesi gibi çıkıveren 370 metre yüksekliğindeki bu volkanik kaya oluşumu 477 –495 yılları arasında iktidarda kalan Kasyapa’nın yeni kalesi ve sarayı olur.

Gökten elmalar düşmeden masal bitmez tabi ki, elmalar beklene dursun, Mugalan Hindistan’dan topladığı bir ordu ile geri döner ve iki kardeş yine savaşa tutuşur. Ağabeyinin ordusuna karşı duramayacağını anlayan Kasyapa, en sonunda kendisini kılıcının üzerine atarak intihar eder. Sigiriya bir daha kullanılmaz.
Ve sonra aradan yüzyıllar geçer, günün birinde, sıcak bir sabahın köründe Ayşegül isimli bir zat bu kayayı fethetmek üzere yola koyulur. Fetih lafını kesinlikle abartmıyorum çıkılacak merdiven sayısı tam 1800... Öncelikle tırmanışa başlamadan evvel, Kasyapa’nın yaptırdığı, kanallar ve su oyunları ile süslediği geniş bahçelerden ağır ağır yürür Ayşegül. Tırmanışın ilk aşamalarında, kayaların üstlerinin traşlanıp düzeltilmesi ile oluşturulmuş kaya bahçelerinin güzelliklerine bakarak nefeslenir biraz, ama bir süre sonra bahçeler biter, merdivenler ise sonsuza gidercesine uzamaya devam etmektedir. Bu ne biçim iş böyle haftada 3 gün deli gibi spor yapıyorum, sonrada 1800 basamak çıkamıyorum diye tam pes etmek üzereyken imdadına inanılmaz güzellikte huriler yetişir.



Kayanın üzerindeki küçük bir mağaranın içine yapılmış muhteşem kadın resimleri karşısında ağzı bir karış açık kalan Ayşegül, hem daha iyi nefes almaya başlar, hemde bu yarı çıplak kadınları fotoğraflamaya. Kimileri bu kadınlara Kasyapa’nın cariyeleri demiş, kimileri ise göksel varlıklar apsara. Fakat küçücük mağarada daha fazla kalabilmesi mümkün değil, arkadan gelenlere yol vermek için vurur kendini gene merdivenlere. Ama aklı hurilerde ve estetik cerrahinin tarihçesinde kaldığı için çıkılan merdivenleri çokta kale almaz. Çünkü o zamanlarda silikon göğüsler ve dudaklar yapılabiliyormuymuş ki gibi derin bir soru ile tırmanışını sürdürmektedir.

Aman bu erkeklerinde zevki her dönem aynı gibi derin bir çıkarım yaptığı sırada önüne çıkan iki dev aslan pençesi karşısında durmak zorunda kalır. Artık tırmanışın son aşamasına gelmiş, merdivenler nerede ise bitmiş ama daha tam tepeye ulaşmak için sırat köprüsü misali ince uzun kalasların üzerinde gitmesi gerekmektedir. Son bir gayret daha, sırat köprülerini de aşar ve işte en sonunda zirvededir. Bir zamanlar Kasyapa’nın burada inşa ettirdiği sarayın yerinde şimdi yeller esmektedir ama esen yeller tırmanış ve sıcak yüzünden tahminen bir saatlik bir sauna seansında kaybedilen su miktarına eş düşecek miktar kadar su kaybeden Ayşegül’e iyi gelir. Çantasındaki suyu son damlasına kadar tükettikten sonra, Everest’de zirveye ulaşmış Tenzig Norgay ve o zamanlar henüz Sir olmayan Edmund Hilary’nin birbirlerini fotoğraflamaları misali, tırmanış arkadaşlarına bir zirve fotoğrafı çektirir.



Ve en sonunda Kral’ın bu kayanın tam tepesine yaptırdığı yüzme havuzunun yanına oturup, organik olmaları şartıyla gökten düşecek elmaları beklemeye ve etraftaki muhteşem manzarayı seyrederek geçmiş hayatlara doğru yeni bir yolculuğa çıkmaya başlar.



Elmalara gelince, Ayşegül’ün tepede kaldığı yarım saat içinde gelen giden bir şey olmaz. Ama eğer sonrasında gökten üç elma düşmüşse, birisi bulanın, diğeri bu kayaya tırmanan tüm gezginlerin, sonuncusu ise bu garip masalı sonuna kadar sabırla okuyanların olsun....



İlk fotoğraf, benim çektiklerim çok başarılı bir görünüm vermediği için Wikipedia'dan..

2 yorum:

mavimantar dedi ki...

Sana bir sürü güzel şeyler söylemek isterdim. Kısaca : Ellerine , yüreğine sağlık...diyorum.

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Ne güzel senden haber alabilmek mavimantar, artık daha çok özletme kendini..
Sevgiler..