1 Temmuz 2009 Çarşamba

Tahran



Tahran 13 milyon nüfusu ile klasik bir başkent, yani sevimsiz.. Zaten buraya gelir gelmez, önce her yerde yediğimiz kıpkırmızı dometeslerin rengi ve tadı değişiyor ve etraf sanki daha bakımsız, daha pis. Bir de Tahran’ın trafiği İstanbul’unkine rahmet okutacak cinsten, üstüne üstelik şehrin birde 65 km uzunluğunda bir metro sistemi varmış, bir de olmasa ne olacakmış ki…

Tahran’ın bir yönünde karla kaplı Elbruz dağları var. O kısma doğru olan taraf şehrin zengin ve dediklerine görede kurtarılmış bölgesi. Orada insanlar daha bir rahat yaşıyorlarmış.Elbruz dağlarının görüntüsünü Azer Nefisi’nin kaleminden daha önce okumuştum. Ünlü eseri Tahran’da Lolita Okumak’ta odasının penceresinden görünen bu dağların görüntüsünden keyifle bahseder. Şehrin bu kısmından geçerken Elbruz dağlarının görüntüsüne bakarak, onun bir zamanlar kızları ile buluşup devrimin yasakladığı kitapları okudukları dairesini sanki hemen buluverecekmişim gibi geliyor.

Şehirdeki ilk durağımız Sadabat Sarayı’da bu bölgede bulunuyor. Asıl Saray, şehirdeki Gülistan Sarayı ve burası Baba Şah döneminde yazlık saray olarak inşa edilmiş ancak son Şah ve ailesi daha çok burada oturmuş. Burası tek bir bina değil, altı ayrı binadan oluşan bir kompleks. Şah ve ailesinin debdebeli yaşamına göre aslında mütevazi bir konut. Hatta saray bile demek yanlış olabilir, belki daha doğru bir kelime, büyük bir konak. İçerideki bir odada hala Şah ve Farah Diba’nın giysileri sergileniyor. Salonlardaki halıların büyüklüğü ve ihtişamı ise kayda değer. Ama Şah’ın megaloman kişiliğini gösteren ise bu mütevazi sarayın tam önüne diktirdiği dev heykeli. Ancak devrimden sonra bu heykeli tam çizmelerin üzerinden kesmişler. Bugün ise iki tane kocaman bronz çizme, turistlere bol bol poz vermek için fon imkanı sağlıyor.

Tahran’daki tek günümüz tam bir müzeler turu oluyor. Tarihi kalıntıların ve buluntuların sergilendiği Rıza Abbasi Müzesi ve Arkeoloji Müzesi. Bir zamanlar Mısır Konsolosluğu olarakta kullanılmış zarif bir binada hizmet vermekte olan Cam Eserler Müzesi. Küçük ve kesinlikle çok hoş bir müze.

Ama tüm müzelerin içinde bir tanesi var ki, başka herhangi bir yerde görebilmek mümkün değil. İran Merkez Bankasının büyük bir kasa dairesinde bulunan Mücevher Müzesi. Günde sadece iki saat açık olduğu ve tüm turistlerde orada olduğu için , içeri girebilmek için yağan yağmurun altında bayağı bir süre kuyrukta bekliyoruz. İçerideki mücevherlerin bolluğu, taşların iriliği ise inanılır gibi değil. Buradaki parçalar Sasani imparatorluğu zamanından beri toplanmaya başlamış ve devlet hazinesi olarak kabul ediliyor. Önce dünyanın dört bir tarafından değerli taşlar toplanır, sonrada ustalar çağrılarak mücevherler yaptırılırmış.

İlk envanter Kaçarlar döneminde yapılmış ve devrimden sonra yapılan sayımlara göre Şah ve ailesinin ülke dışına herhangi bir şey çıkarmadığı söyleniyor. İçerideki elmasların, yakutların, incilerin, zümrütlerin, turkuazların bolluğunu anlatmaya sanırım kelimelerim yetmez. Bir gün eğer yolunuz Tahran’a düşerse gitmeniz, ve yüzyıllar içinde İran halkının parasının nerelere harcandığı görmeniz gerek.İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğu için buraya koyduğum resimler, müzede satılan katalog’dan. Yaşı Şah dönemini hatırlayacak kadar büyük olanlar, bu parçaların kimini eminim ki hatırlıcaktır…

Böylelikle İran yolculuğunun da sonuna geldik. Yollar tabi ki tükenmedi, buradan yaz sıcağına yakışır bir ülkeye Tanzanya’ya doğru yola çıkacağız..

2 yorum:

Alp ve Ege'nin Annesi dedi ki...

Dun bir yemek programinda, marsipani ilk kez Iranlilar yapmis, Avrupa'ya da Turkler tarafindan getirildigini duydum!

Cihan dedi ki...

Tahran'a ben de gittim ve ben de elimden geldiğince bir yazı yazdım bu konuda, ileride paylaşacağım da bloğumda. Tahran'ı anarken sadece insanlarını konuşmak bile yeter bence. İnsanlardaki ahlak anlayışını, kültürü... Ben böyle düşünüyorum, ileride de Tebriz, İsfahan'ı görmeyi umut ediyorum.Yazı, fotoğraflar ve izlenimler bana o günleri hatırlattı. TEşekkürker. Not: İran'la ilgili bloğumda yazdığım bir haiku için : http://haikuluk.wordpress.com/2010/01/05/korku/