24 Ekim 2012 Çarşamba

Türk’ün Lübnan’da karla imtihanı



80’li yılların hemen başlarında AFS bursu ile bir yıl Amerika’nın West Virginia eyaletinde kalmıştım. Türkiye’nin tek kanallı, siyah beyaz televizyon yılları. Internet’e ise daha yıllar var. Kalacağım kasaba hakkında en ufak bir bilgi sahibi olamadan gitmiştim oralara.. Sonrasında gördüm ki Türkiye hakkında, Amerika’lıların da pek bir bilgisi yoktu. Onlar bana, ben onlara biraz alışana kadar aradan birkaç ay geçti, kış geldi ve iklimi bizim İç Anadolu’ya benzeyen West Virginia’ya ilk kar düştü.

Yanlarında kaldığım aile, sabahın ilk saatlerinde  beni  yataktan kaldırmıştı, hayatımda ilk kez kar gördüğümü düşünüyorlardı ve benim için çok heyecanlanmışlardı. Neye benzettiğimi, ne hissettiğimi merak ediyorlardı. Bu durum okula gittiğimde arkadaşlarım arasında da devam etti. Herkes ilk kez gördüğümü düşündükleri kar hakkında ne düşündüğümü öğrenmek istiyordu. Halbuki durum tahmin edebileceğiniz gibi çok farklıydı. O yıllarda iklim şimdiki gibi değişmemişti ve kışın ilk günlerinde Eskişehir’e düşen kar neredeyse bahar’ın ilk günlerine kadar yerde kalırdı. Türkiye hakkında ne kadar önyargılılar ve bilgisizler diye düşündüğümü hatırlıyorum…

Sonra aradan yıllar yıllar geçti, ben büyüdüm, çok çok seyahat ettim ve kendimce tecrübeli bir gezgin oldum, ya da öyle olduğumu zannettim…Tekrar konunun başlığına dönecek olursak, Türk’ün Lübnan’da karla imtihanı maalesef iyi bitmedi.

Lübnan’daki ikinci günümüzde biz, iki hevesli gezgin arabamıza atlayıp ilk tam günlük turumuzu yapmak üzere yola koyulduk. Hedefimiz Chouf dağlarında bulunan 1788 yılında yapımına başlanmış ve inşaatı 30 yıl sürmüş bir Osmanlı yapısı. Dürzi liderlerin yaşadığı Beiteddine Sarayı. Beyrut’dan ayrılırken hava parçalı bulutlu, kah yağıyor, kah duruyor. Ah! Artık tamam artık hava açıyor diye sürekli kendimizi kandırma halindeyiz ancak Chouf dağlarında rakım yükseldikçe, önce sıkı bir yağmur başlıyor, sonrasında da sulu kar. Yağışın durmasını beklerken, bir cafe’de sabah kahvaltısı yapıyoruz ama değişen pek bir şey yok.



Sulu karın artık kara dönmeye başladığı zamanlarda bir an önce hedefimize ulaşmak için tekrar yola çıkıyoruz ama 1-2 kilometre gidemeden kar yüzünden daha ileriye gidemeyeceğimizi anlıyoruz. Bu yıl Datça’da olmamız nedeniyle, İstanbul’da kaçırdığımız kar bizi burada yakalıyor. Daha ilk gün, moraller iyiyken bol bol kar resmi çekip, kar topu oynamak fena gelmiyor. Sonuçta sahil kesiminde başka bir yere gidiyoruz..
Ertesi günkü programımızda gezimizin en önemli durağı Baalbek tapınakları var, sabah erkenden Şam otoyoluna doğru çıkıyoruz ama bize dün geçit vermeyen kar, bugünde dimdik karşımızda. Askerler bizi otoyolun girişinden döndürüyorlar. Suriye tarafından gelen arabalar kardanaraba görünümünde. Birkaç saat sonra zincirli ve dört çeker arabalara izin vereceğiz diyorlar, ama bizde ikisi de yok. Çaresiz dönüyoruz.Moraller biraz bozulsa da, Mart ayında Ortadoğu’dayız, kar daha ne kadar sürebilir ki iyimserliği devam ediyor.

Bir sonraki gün daha tecrübeliyiz. Oteldekiler bizim için polisi arıyorlar, maalesef yollar yine kapalı. Seyahat için Lübnan’ı seçişimizin en önemli nedenlerinden biri olan Baalbek tapınaklarını kar yüzünden göremiyecek olmak imkansız geliyor ama doğru. Artık programımızda yapacak fazla da bir şey kalmadığı için Biblos civarında sakin bir gün geçirmeye karar veriyoruz. Sahilde hava oldukça iyi. Öğle saatlerinde güneş pırıl pırıl, deniz şıkır şıkır, biz ise Pepe’nin yerinde açık havada balık ve şarap keyfindeyiz.
Bu sırada tuvalete giden Behçet flaş bir haberle geri dönüyor. Baalbek yolu açılmış…Garsonlar polise telefon edip teyit de etmişler. Saat oldukça geç olmasına ve Biblos’da daha görecek yerlerimiz olmasına rağmen hızla arabaya atlayıp yine Baalbek yoluna koyuluyoruz. Eğer geç olur da dönemezsek, gece orada bir otelde kalırız diye plan yapıyoruz..
Ancak Biblos’dan ayrılıp bir saat kadar yol yaptıktan sonra acı gerçek tüm çıplaklığı ile karşımıza çıkıyor. Kısa süreliğine açılsa da yol yine kapanmış. Bir süre orada altın fiyatına zincir satan bir müteşebbis ile pazarlık yapıp oyalansak da, şansımızı fazla zorlamamaya karar veriyoruz. Ne kadar sızlansak da fayda yok, hem Baalbek’e gidemedik hem de Biblos’u yarıda kestik. Kös kös Beyrut’a dönerken sevgiliye Amerika’da yaşadığım olayı anlatıyorum. Ne kadar tecrübeli olsak da, elimizin altında her türlü bilgiye ulaşım imkanı olsa da, Şam otoyolu ve kar’ı yan yana koyamayan önyargılarımız bizi çok istediğimiz Baabek’ten alıkoyuyor. Halbuki  bu geziyi bir ay sonraya da planlayabilirdik.



Uçağımız ertesi gün öğleden sonra. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış misali, sabah daha gün doğmadan yola çıksak, öğlene dönüp geliriz gibi cin fikirlerle oynaşsak da, gecenin ilerleyen saatlerinde bende ortaya çıkan sıkı bir bağırsak bozukluğu, bu fikirleri daha ileriye taşımamıza neyse ki engel oluyor.
 Bu arada 10 gün sonra Fas’a gidiyoruz. Tahmin edebileceğiniz gibi Fas ve kar şu sıralar bizden sorulur ama umarım hava ve yol tanrıları bizimle olur da Ortadoğu’dan sonra, Afrika’da da kar yüzünden yollarda kalmayız.


Ve işte ulaşılamayan ve halen rüyaları süslemeye devam eden Baalbek tapınaklarından bir görüntü. Fotoğraf maalesef Wikipedia'dan...


Hiç yorum yok: