80’li yılların hemen başlarında AFS bursu ile bir yıl
Amerika’nın West Virginia eyaletinde kalmıştım. Türkiye’nin tek kanallı, siyah
beyaz televizyon yılları. Internet’e ise daha yıllar var. Kalacağım kasaba
hakkında en ufak bir bilgi sahibi olamadan gitmiştim oralara.. Sonrasında
gördüm ki Türkiye hakkında, Amerika’lıların da pek bir bilgisi yoktu. Onlar
bana, ben onlara biraz alışana kadar aradan birkaç ay geçti, kış geldi ve
iklimi bizim İç Anadolu’ya benzeyen West Virginia’ya ilk kar düştü.
Yanlarında kaldığım aile, sabahın ilk saatlerinde beni yataktan kaldırmıştı, hayatımda ilk kez kar
gördüğümü düşünüyorlardı ve benim için çok heyecanlanmışlardı. Neye
benzettiğimi, ne hissettiğimi merak ediyorlardı. Bu durum okula gittiğimde
arkadaşlarım arasında da devam etti. Herkes ilk kez gördüğümü düşündükleri kar
hakkında ne düşündüğümü öğrenmek istiyordu. Halbuki durum tahmin edebileceğiniz
gibi çok farklıydı. O yıllarda iklim şimdiki gibi değişmemişti ve kışın ilk
günlerinde Eskişehir’e düşen kar neredeyse bahar’ın ilk günlerine kadar yerde
kalırdı. Türkiye hakkında ne kadar önyargılılar ve bilgisizler diye düşündüğümü
hatırlıyorum…
Sonra aradan yıllar yıllar geçti, ben büyüdüm, çok çok
seyahat ettim ve kendimce tecrübeli bir gezgin oldum, ya da öyle olduğumu
zannettim…Tekrar konunun başlığına dönecek olursak, Türk’ün Lübnan’da karla
imtihanı maalesef iyi bitmedi.
Lübnan’daki ikinci günümüzde biz, iki hevesli gezgin
arabamıza atlayıp ilk tam günlük turumuzu yapmak üzere yola koyulduk. Hedefimiz
Chouf dağlarında bulunan 1788 yılında yapımına başlanmış ve inşaatı 30 yıl
sürmüş bir Osmanlı yapısı. Dürzi liderlerin yaşadığı Beiteddine Sarayı. Beyrut’dan
ayrılırken hava parçalı bulutlu, kah yağıyor, kah duruyor. Ah! Artık tamam artık
hava açıyor diye sürekli kendimizi kandırma halindeyiz ancak Chouf dağlarında
rakım yükseldikçe, önce sıkı bir yağmur başlıyor, sonrasında da sulu kar. Yağışın
durmasını beklerken, bir cafe’de sabah kahvaltısı yapıyoruz ama değişen pek bir
şey yok.
Sulu karın artık kara dönmeye başladığı zamanlarda bir an
önce hedefimize ulaşmak için tekrar yola çıkıyoruz ama 1-2 kilometre gidemeden
kar yüzünden daha ileriye gidemeyeceğimizi anlıyoruz. Bu yıl Datça’da olmamız
nedeniyle, İstanbul’da kaçırdığımız kar bizi burada yakalıyor. Daha ilk gün,
moraller iyiyken bol bol kar resmi çekip, kar topu oynamak fena gelmiyor.
Sonuçta sahil kesiminde başka bir yere gidiyoruz..
Ertesi günkü programımızda gezimizin en önemli durağı
Baalbek tapınakları var, sabah erkenden Şam otoyoluna doğru çıkıyoruz ama bize
dün geçit vermeyen kar, bugünde dimdik karşımızda. Askerler bizi otoyolun
girişinden döndürüyorlar. Suriye tarafından gelen arabalar kardanaraba
görünümünde. Birkaç saat sonra zincirli ve dört çeker arabalara izin vereceğiz
diyorlar, ama bizde ikisi de yok. Çaresiz dönüyoruz.Moraller biraz bozulsa da,
Mart ayında Ortadoğu’dayız, kar daha ne kadar sürebilir ki iyimserliği devam
ediyor.
Bir sonraki gün daha tecrübeliyiz. Oteldekiler bizim için
polisi arıyorlar, maalesef yollar yine kapalı. Seyahat için Lübnan’ı
seçişimizin en önemli nedenlerinden biri olan Baalbek tapınaklarını kar
yüzünden göremiyecek olmak imkansız geliyor ama doğru. Artık programımızda
yapacak fazla da bir şey kalmadığı için Biblos civarında sakin bir gün
geçirmeye karar veriyoruz. Sahilde hava oldukça iyi. Öğle saatlerinde güneş
pırıl pırıl, deniz şıkır şıkır, biz ise Pepe’nin yerinde açık havada balık ve
şarap keyfindeyiz.
Bu sırada tuvalete giden Behçet flaş bir haberle geri
dönüyor. Baalbek yolu açılmış…Garsonlar polise telefon edip teyit de etmişler.
Saat oldukça geç olmasına ve Biblos’da daha görecek yerlerimiz olmasına rağmen
hızla arabaya atlayıp yine Baalbek yoluna koyuluyoruz. Eğer geç olur da
dönemezsek, gece orada bir otelde kalırız diye plan yapıyoruz..
Ancak Biblos’dan ayrılıp bir saat kadar yol yaptıktan sonra
acı gerçek tüm çıplaklığı ile karşımıza çıkıyor. Kısa süreliğine açılsa da yol
yine kapanmış. Bir süre orada altın fiyatına zincir satan bir müteşebbis ile
pazarlık yapıp oyalansak da, şansımızı fazla zorlamamaya karar veriyoruz. Ne
kadar sızlansak da fayda yok, hem Baalbek’e gidemedik hem de Biblos’u yarıda
kestik. Kös kös Beyrut’a dönerken sevgiliye Amerika’da yaşadığım olayı
anlatıyorum. Ne kadar tecrübeli olsak da, elimizin altında her türlü bilgiye
ulaşım imkanı olsa da, Şam otoyolu ve kar’ı yan yana koyamayan önyargılarımız
bizi çok istediğimiz Baabek’ten alıkoyuyor. Halbuki bu geziyi bir ay sonraya da planlayabilirdik.
Uçağımız ertesi gün öğleden sonra. Yenilen pehlivan güreşe
doymazmış misali, sabah daha gün doğmadan yola çıksak, öğlene dönüp geliriz
gibi cin fikirlerle oynaşsak da, gecenin ilerleyen saatlerinde bende ortaya
çıkan sıkı bir bağırsak bozukluğu, bu fikirleri daha ileriye taşımamıza neyse
ki engel oluyor.
Bu arada 10 gün sonra
Fas’a gidiyoruz. Tahmin edebileceğiniz gibi Fas ve kar şu sıralar bizden
sorulur ama umarım hava ve yol tanrıları bizimle olur da Ortadoğu’dan sonra,
Afrika’da da kar yüzünden yollarda kalmayız.
Ve işte ulaşılamayan ve halen rüyaları süslemeye devam eden Baalbek tapınaklarından bir görüntü. Fotoğraf maalesef Wikipedia'dan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder