24 Mart 2008 Pazartesi

Polonnaruva

1982 yılında Unesco tarafından dünya koruma listesine alınan Polonnaruva, Sri Lanka’nın Anuradhapura’dan sonraki ikinci başkenti. 1055 yılında başkent kimliğini kazanan şehir, 11-13 Yüzyıllar arasında en parlak dönemini yaşamış. Anuradhapura’ya göre çok daha yeni bir şehir olduğu için, buradaki kalıntılar çok daha iyi durumda ve en parlak döneminde yaklaşık 500.000 kişinin yaşadığı düşünülen şehirin, tapınakları sarayları arasında dolaşırken, bir anda yüzyıllar öncesine gidivermeniz işten bile değil.




Oldukça geniş, ormanlık bir alana yayılan şehirin ziyaretçilerine bir de farklı sürprizi var. Etrafta rahat rahat dolaşan buffalo, maymun ve karaca sürüleri ile aynı zamanda bir hayvanat bahçesini de gezer gibi oluyorsunuz.

Şehirdeki en hoş ve kutsal iki yapı, halen ülkenin en kutsal simgesi olarak kabul edilen Buda’nın dişinin, Polonnaruva’nın başkent olduğu dönemde saklandığı tapınaklar. Bir zamanlar hacılarca istila edilen bu yerlerin şimdiki sessizliği ve ıssızlığı insana garip bir biçimde huzur veriyor.






Ama benim en hoşuma giden mimarideki detaylar. Öncelikle Sri Lanka mimarisine özgü olan bir çeşit eşik yada paspas niyetine yapılmış ay taşları. Öylesine zarifler ve öylesine ince ince işlenmişler ki, aslında insan basmaya kıyamıyor. Bu taşların Budist inancında ki Samsara, yani sonsuz kez yeniden doğuşu, ve nirvana’ya ulaşmanın yolunu gösterdiğine inanılıyor. Her bir halka samsara’da aşılması gereken bir süreç.


Sonra yaprak gibi kıvrımlı sütunlar, öylesine estetikler ki... Dünya mimarisinde daha çok kullanılmamaları acaba taşıma kapasitelerinin sınırlı olması mı??







Ama en favorim merdiven basamaklarını taşıyan cüceler. Budist mitolojisinde omuzlarında taşıdıkları ağırlıkla cezalandırılan bu minik yaratıkların adlarını şimdi hatırlıyamıyorum ama sonsuz zamanlarda, sonsuz yükle cezalandırılan bu yaratıklara acımamak mümkün mü??







Şehirden aklımda kalan isim ise Kral 1. Parakramabahu. Gökyüzünden düşen yağmurun bir damlası bile insanlar için kullanılmadan okyanusa ulaşmamalı diyerek, şehrini inanılmaz büyük su havzaları ve sulama kanalları ile donatan böylesi bir bilge ve de iş bilen çevreci bir yöneticiye bugünlerde de ne çok ihtiyaç var değil mi?? Bu kralın inşa ettirdiği 2500 hektarlık dev su tankına halk arasında Parakrama Denizi adı verilmesi ise, bölgede yaşayanların bir teşekkkürü olsa gerek.

Şehirden ayrılmadan evvel, bir su kanalının kenarında banyo, çamaşır işlerini halleden kadınlara ve su da büyük bir keyifle oynaşan çocuklara bakıyorum. Tepede alev alev yanan bir güneş, ve rutubetin insanı halsiz bıraktığı böylesi bir günde Kral Parakramabahu’da yüzyıllar önce bu görüntünün aynısı başka bir görüntüde yaptıkları ile gurur duymuş olmalı.









Sonsuz yüklerini taşımayı sürdüren cücelerin fotoğrafı için sevgili seyahat arkadaşım Sema Ocakcıoğlu'na çok teşekkürler..

4 yorum:

Nihat Akkaraca dedi ki...

Epeydir uğrayamadım bu bloğa, yoğun işlerim yüzünden. Bugün ilk fırsatta tekrar gelip, şöyle rahat rahat bi güzel okuyacağım.
Bizden selamlar olsun sana MAVİ LİMON

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Size de selamlar Nihat Abi...

Butterfly dedi ki...

Önce bir mahkeme salonun andıran görüntü, nedense baktıkça baktıkça sanki bir gelin ve damat yolu gibi geldi gözüme:)eskilerden bir düğün töreni canlandırdım o mekanda:9
teşekkürler

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Vallahi hiç aklıma gelmemişti ama bir düğün töreni harika olur du orada değil mi Butterfly? Elimdeki fotoğrafların kötülüğünden dolayı Sri Lanka'da gördüğüm bir düğünü yazıp yazmamayı düşünüyordum ama sen şimdi düğün dedin ya, sanırım yazmalıyım.
Sevgiler