4 Kasım 2007 Pazar

Havana Günleri

En sık rastlanan klişelerden biridir, şehirleri kadınlara benzetmek. Ne kadar başka bir şey bulmak istesem de, bir türlü yaşlı bir kadına benzeyen Havana imajını kafamdan silip atamadım, dolayısıyla en iyisi yazmak. Evet Havana’yı ben çok yaşlı bir kadına benzettim, ama elini eteğini dünyadan çekmiş bir kadın değil bu. Hala, bir zamanlar ki tarifsiz güzelliğinin, baştan çıkarıcılığının, erotiziminin izlerini taşıyan, gençliğinde önüne tüm zenginliklerin serildiği, erkeklerin onu ele geçirmek için her şeylerini ortaya koydukları, birbirlerini öldürdükleri, kiminin karısı, kiminin orospusu olmuş bir kadın. En iffetli göründüğü anlarda bile her türlü günahın tadına bakmış, her gününü dibine kadar yaşamış bir kadın.



Bu kadın belki şimdi çok yaşlı, yıpranmış ve eskimiş görünüyor, eski pırıltılı günlerinin çok uzağında gibi ama şehrin sokaklarında, caddelerinde dolaşırken, insanlarıyla konuşurken, havasını solurken anlıyorsunuz ki, yaşlanmak, kırışmak aslında o kadının hiç de umurunda olmamış. Enerjisi hala yirmili yaşlarının en delikanlı günlerindeki gibi, müziği, dansı, kahkahası hiç bitmiyor. İşte bu şehrin/kadının sokaklarında dolaşırken,kimi zaman beni çok hüzünlendiren manzaralarla karşılaşsam da, ben de kendimi inanılmaz iyi hissettim. Bir gece vakti elimde puro ile Havana sokaklarında dolaşırken, tüm dünya ile başa çıkabilirmişim duygusunu, bir gece kulübünde dans ettiğim yakışıklı Kübalı adamın gözlerinde, dünyadaki en güzel kadın olduğum hissini ben bu şehirde tattım. Tüm bunlar belki de o yaşlı kadının ruhuna dokunabildiğim anlardı.

Havana’da başka neler yaptım...

Hayatında hiç sigara içmemiş olan ben, akşam yemeğinden sonra içilen iyi bir puro’nun ne kadar keyif verici bir ritüel olduğunu öğrendim. Kesmesi, yakması, sönünce bir daha yakması, gene sönmesi......

Tüm turistler gibi eski şehrin sokaklarında dolaştım. Bahane arayana, bahane bol misali Bodeguita del Media barında, Hemingway’in ruhu şad olsun diye öğleye yakın bir saatte günün ilk mojitosunu içtim.

Sağanak yağmurun yağdığı bir akşam üzeri, Malecon’da kolonyal dönemden kalma neo klasik binaların eskimiş yüzlerinde,balkonlarında geçmişin güzelliğini seyrettim. Selofon bantlarla tutturulmaya çalışılmış kırık vitray camların güzelliği aklımda kaldı.

Latin Amerika’da halen kullanılmakta olan en eski tiyatro binasında, duvarlardan yankılanan müziğin eşliğinde pratik yapmakta olan balerinlere, dansçılara kapıdan bir göz attım. Erkekler çok yakışıklı, kadınlar çok güzeldi.

Bir akşam yemeğine gittiğimiz gösterişli ve pahalı eski Havana yat kulübünde, aylık ortalama gelirin 14 Amerikan doları olduğu ülkede,yemek yemekte olan Kübalıların bolluğunu görünce, her devrimin beraberinde kendi evlatlarını da (!) yarattığını düşündüm. Burada Che Guevera’nın kemiklerini Bolivya’dan bulup getiren arkeoloğu da gördüm.

Temel ihtiyaç maddelerinin pek çoğunun zorlukla bulunabildiği ülkede, okula giden çocukların üniformalarının temizliğine ve ütüsüne hayran kaldım. İstisnasız hepsinin üstü başı tertemiz ve pırıl pırıldı.



Las Vegas’daki kumarın ve eğlencenin şablonunu oluşturmuş olan, 1939 yılında açılan ve 50’li yıllarda Havana’nın en ‘in’ yeri olan,Tropicana kabare ve gece kulübünde, tüm turistlerle beraber bir şov seyrettim. Tamam, gösteriyi biraz ‘kitsch’ buldum ama sonuçta burası tropik seksüalitenin sunağı olarak bilinen ve üzerine koca bir kitap yazılmış bir gece kulübü.

Bu yılın Haziran ayında ölen, Küba’nın first lady’si Raul Castro’nun karısı Vilma Espin Guillois ile bir öğle yemeğinde karşılaştım. Bizi zarifçe selamlayan first lady, Kuzey Kore elçisi ve hanımı ile yemekteydi. Lokantanın bahçesinde dolanırken, çalışanların bizim tabaklarımızdan artan etleri, kendi aralarında bölüşüp,evlerine götürmek üzere temiz torbalara koymaları, Küba’dan canımı en çok acıtan manzara olarak kaldı. Dışarı çıkınca first lady’nin kocaman, kurşun geçirmez siyah Mercedes’ine bir tekme atmak istedim ama yapamadım.

Havana Devrim Müzesinde, Küba devriminin simgelerinden biri olan ve normalde 12 kişiyi taşımak üzere tasarlanmış Granma yatını gördüm ve bu yata 82 kişi nasıl bindiklerini hayalimde canlandırmaya çalıştım, olmadı. Gezi sonrası Tad Szulc’un yazdığı Fidel biyografisinden okuduklarım, Fidel’in bana ne kadar şanslı bir insan olduğunu gösterdi. Şans perisi gerektiğinde yanında olmadığı için tarihin sayfalarında yok olup giden ne kadar çok devrimci vardır mutlaka ama Fidel sanki kendi şans perisiyle adeta yapışık yaşamış ve hala yaşıyor. 82 kişi o yata sığıp sonrada salimen karaya çıkmalarında 83. yolcu Fidel’in perisinin de payı var diye düşünüyorum.

Havana’dan imgeler çok ama hepsini buraya koymak zor, bir kısmıda bana kalsın zaten... Bir sonraki yazının konusu Kübalı kadınlar.....

İlk ve son fotoğraf benim, diğerleri seyahat arkadaşım Semiha Görgülü'den

11 yorum:

Nihat Akkaraca dedi ki...

Okudum, Ayşegül...
Teşekkürler...
Ellerine ve aklına sağlık

mavimantar dedi ki...

Bu ne yaman çelişki böyle;Daha dün Sierra Maestra dağlarında yürütülen gerilla savaşına katılanlar bugün lüks lokantalarda yemek yerken,o lüks lokantanın garsonları artan yemekleri paylaşıyor.50 senede gelinen yer burasımı diyesi geliyor insanın.Bu amansız kuşatmadan Küba da nasibini çoktan almış desene.Ama merak ettim , hiç mi iz yok,o bir avuç yürekli insanın gerçekleştirdiği devrimden.

Geveze Kalem dedi ki...

Bu gezinin yazısını sabırsızlıkla bekliyordum.
Herhangi bir gezi dergisinden okumaktan daha samimi geliyor bana nedense, seni de o dergidekiler kadar tanımadığım düşünülecek olursa...
Ziyaret etmeyi en çok istediğim ülkelerin başında gelir Küba. Ama en az 15 günlük bir seyahatin hep çok pahalı olacağını düşünmüşümdür. E oralara gidince de bir 15 günün çevre bölgelere, ülkelere ayrılması gerekir kanaatimce.
Eğer yazılarının ruhunu bozacağını düşünmezsen bazı detayların fiyatlarını da ekleyebilir misin? Mesela merak ediyorum aylık gelirin 14$ olduğu ülkenin otel ücretleri nerelerdedir? Ya da şu çok içilmesini tavsiye ettiğin mjitonun, ya da kaliteli bir puronun...
Sevgiler...

HicoŞip dedi ki...

ben uğramayalı ne çok yeni yazı gelmiş buraya :)
bir gün gitmek istediğim bir yer küba, şimdi daha bir heveslendim sanırım :)

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Sevgili Nihat Abi, ziyaretin için teşekkürler..

Devrim aslında heryerde mavimantar, ama sanırım hayal ettiğin gibi değil. Evet kimi istatistiklerde rakamlar çok iyi görünüyor ama özellikle Sovyetlerin dağılmasından sonra, halk ciddi anlamda sıkıntıya düşmüş. Doktor çok ama ilaç yok gibi. İleriki günlerde yazmayı planlıyorum ama dedikleri Fidel'e desteğinde sadece kırsal alanda kaldığı..

Ben 2003 yılında bu geziyi yaptığım için fiyatlar gerçekten çok aklımda değil annem'in kalemi, ama bir kez oraya ulaştıktan sonra
pek çok yere göre ucuzdu. Ama araştırmak istersen mesela Hotel Nacional'in fiyatları web sitesinde var ve o kalabileceğin en pahalı yer. Ama otel kaliteleri genelde çok iyi. Puro fiyatları değişiyor tabi ama Küba purosunu Küba'dan yurdışına göre neredeyse %25'i gibi bir fiyata alıyorsun. Dünyada'ki ve Küba'daki fiyatları veren bir site vardı yanılmıyorsam. Mojito'da gene yanlış hatırlamıyorsam, sıradan yerlerde 1 dolar, biraz iyi yerlere gidince de 3 dolara kadar çıkıyordu. Bu arada ben gittiğimde dolar kullanılabiliyordu ama şu an da yasakmış. Biliyorum çok fazla yardımcı olamadım ama yakınlarda giden birinden fiyatları bulursam sana bildiririm.

Merhaba Hicran, ben de diğer mavilimon nerede diye merak ediyordum... Küba benimde kesinlikle tavsiye edeceğim bir yer, hele senin gibi müziği çok seven biri için..

Adsız dedi ki...

Ayşegül'cüm,

Küba'nın kaos içindeki güzelliği, çelişkileri bundan daha güzel nasıl anlatılabilirdi bilmiyorum. :-)

Gazete bayilerinde üstü altı 3 gazetenin satıldığı, bunların da hepsinin devlet tarafından çıkarılan renksiz (hem görünüş hem de içerik olarak) gazeteler olduğu Küba'da, öğlen saatlerinde sokaklarda dolaşmak işsizliğin boyutlarını görmek için yeterli gelmişti bana.

Yine de, insanların sımsıcak olduğu bu ülke, büyüleyici renkleriyle beni kendisine hayran bırakmıştı.

Selam ve sevgiler,

EK

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Senin de Küba'yı çok sevdiğini biliyorum Erdem, aslında gidip de sevmeyen ve gerçekten etkilenmeyen birine daha rastlamadım, hakikaten renkler bambaşka....

mavimantar dedi ki...

Evet benim hayal ettiğim gibi olmadığını daha doğrusu olamıyacağını tahmin ediyorum ama işte tahmin etmek ayrı,hayal etmek ayrı(benimkisi "fakirin duası").Dahası, görmek çok ayrı.Merakla bekliyorum.
Blogumdaki yorumuna ilişkin bir şeyler yazmıştım sana,ama onlar yan sekmede kaldı :D

Şefika dedi ki...

Biliyor musun, sen benim kafamdaki yani idealimdeki gezginsin. Seni kıskanıyorum çünkü gezmeyi, keşfetmeyi tutkuyla seviyor ama çok gezemeiyorum... Düşünüyorum da sen bir yer sadece güzelse gidenlerden, “Yoksulluksa nesini göreyim, bizde de var,” diyenlerden, keşfetmek için değil küçümsemek için bakanlardan, herşeye burun kıvıranlardan değilsin. Üstelik gittiğin yerleri öyle çarpıcı detaylarla anlatıyorsun ki. Ötekiler yazmasa daha iyi olur ama sen yaz lütfen.
Senin anlattığın Küba, Leyla Umar’ın Küba’sı (daha doğrusu Castro’su) değil. Ernesto’nun Küba’sı da değil. Seninki Ayşegül’ün Küba’sı. Politikayla, magazinle perdelenmemiş gizlenmemiş Küba. Onun için iyi ki yazıp paylaşıyorsun Ayşegül.

Küba’ya gitmeyi, orada insana dair ne varsa öğrenmeyi çok isterim. Hep istiyordum bunu, şimdi daha çok istiyorum.

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Şefika ne güzel şeyler yazmışsın, teşekkür ederim. Sabah sabah mutlu ettin beni..

Adsız dedi ki...

İyigünler,

Yazılarınızı çok beğendik. Yaız ve fotolarınızı wwww.onlinetatilrehberi.com seyahat portalımızda yayınlamak ister misiniz?