7 Ağustos 2007 Salı

Husky Safari

Tıngır mıngır tamamladığımız Ren geyiği safarinin ertesi günü, bu sefer biraz daha hızlı bir şeyler bekleyerek, yine Şelal’le yola koyulduk. Safari için anlaştığımız acenta, bizi husky çiftliğine göndermeden önce, adeta baştan aşağı yeniden giydirdi. Üzerimizdeki giysilerin üzerine kalın bir tulum giydik, yine onların verdiği eldivenleri ve kar gözlüklerinide yanımıza aldık.


Ben bir önceki günün deneyimi ile nedense bizim rahat rahat kızaklara oturacağımızı, köpeklerinde bizi gezdirip geri getireceklerini düşünüyordum ki, kızakta nasıl duracağımızı, nasıl fren yapabileceğimizi anlatmaya başladıklarında işin hiçte öyle olmadığı ortaya çıktı. Kızaklara ikili olarak binecektik, biri kullanacak, diğeri ise kızakta oturacaktı.

Çiftliktekiler bize kısa bir kurs verirken, yanı başımızda bugünkü safari için hazırladıkları 3 kızak ve kızaklara bağlı yola çıkmak için acele eden 20’ye yakın köpek, ileri doğru atılıp zıp zıp zıplamak ve hep bir ağızdan delicesine havlamakla meşgulduler. Kesinlikle ürkütücü bir ortam olduğunu söylemeliyim. Ben bu hayvanlarla nasıl başa çıkacağız diye tırsmış bir vaziyette düşünürken, Şelal ben oturuyorum, sen kullan diye durumu netleştirdi.

Şelal kızağa yerleşti, bende arka kısımda sürücünün durması için yapılan yerde yerimi aldım. Kızağı bağlayan ipleri çözdükleri ve dakikalardır yola çıkmak, ileri atılmak için yerlerinde duramayan hayvanların hızla ileri atıldıkları o an, benimde kalbimin yerinden fırladığı andı. Bir iki dakika sonra, dengede kalabildiğimi, fren yapıp köpekleri yavaşlatabildiğimi anladıktan sonraki üç saat içinde öylesine büyük bir keyif aldım ki, size şöyle anlatabilirim. Hani gazetelerde,dergilerde falan çıkar ya, ölmeden önce yapmanız gereken 100 şey diye. Ben de şimdiye kadar yaşadıklarıma dayanarak böyle bir liste yaparsam, kesinlikle ilk üç arasına koyacağım bir şey bu.

Sanırım bu kadar keyif almamın başlıca nedeni, köpeklerinde o anda benim kadar eğlendiklerini hissetmemdi. Köpekler birbirleriyle yarışıp kızakların ipleri birbirine karışmaya başladığında, belli noktalarda kar motosikleti ile ne durumda olduğumuzu kontrol eden, çiftlikten bir yetkili, bir süre sonra kızakların arasını açmaya karar verdi. İşte ondan sonra lapa lapa yağan karın altında, muhteşem bir doğanın içinde, köpeklerle yalnız başımıza kaldık. Ben hem bedenimdeki adrenalin akışından, hemde yokuş çıkarken, kızaktan inip, hem kızağı itip hem de yanında koştuğumdan, dışarıdaki havanın daha da soğuduğunun, karın daha da hızlı yağmaya başladığının çok da farkında değildim. Bir saat kadar sonra Şelal’le yerleri değiştirdiğimizde, zavallı arkadaşım yarı donmuş bir haldeydi. Kızağa oturup hareketsiz kalınca, soğuğun ne kadar can yakıcı olduğunu bende hissetmeye başladım. Hava öylesine soğuktu ki çantamdaki video kameranın pilleri donmuştu. Ne kadar eldivenin içine alıp ellerimle ısıtmaya çalışsamda fayda etmedi.

Bir süre sonra Şelal devam edemeyeceğine karar verince, onu kar motosikleti ile gelip aldılar. Kirli beyaz postu, insanı ürküten masmavi gözleri ile lider köpek Anna ve arkadaşları ile ben yola devem ettim. Bir süre sonra kimi durumlarda Anna’nın arkasını dönüp, benden komut beklediğini farkettim. Özellikle tüm şiddeti ile yağan kar yerdeki tüm izleri, ve belki de onlar için tüm kokuların üstünü örttüğünde, birimizin gidilecek doğrultuyu belirlemesi lazımdı. İngilizce bağırıyorum olmuyor, Türkçe birşeyler söylüyorum tabiki yine olmuyor. Anna baktı ki, garip gurup bağıran bu yabancıdan hayır yok, insiyatifi ele aldı. Yolların tamamen karla kapandığı bir ortamda sadece bir kez derin kara saplanıp kaldık. Köpekler boyunlarına kadar karın içinde, ben kızağı iteklemeye çalışırken, gelmediğimizi gören kar motosikleti bir süre sonra bize ulaşıp, hepimizi tekrar doğru yola soktu.
Husky’lerin ne kadar rekabetçi, ne kadar enerji dolu olduğunu o gün anladım. Yolun artık sonlarına yaklaşırken, düz bir yolda ilerliyorduk, köpekler artık iyice yavaşlamışlardı. Bende onları daha fazla yormak istemediğim için kızaktan inmiş, yarı yürüyüp yarı koşuyordum ki, birden solumuzda bir kar küreme kamyonu belirdi. Uzunca bir süredir anayolun yanında gitmekte olduğumuzu ama yolun kar altında kaldığını o zaman anladım. Kamyonu gören köpekler, sanki saatlerdir koşan onlar değilmiş gibi, öyle bir ileri atılıp, kamyonla yarışmaya başladılar ki, ani bir refleksle kızağa atlamasam, arkalarından bakakalacaktım.

Çiftliğe geri döndüğümüzde bana bu harika günü yaşatan köpeklerimi uzun uzun sevdim, sarıldım. Karın içinde onlarla yuvarlandım, konuştum. Okuduğum bir yazıda husky lerin kalbiyle ve ruhuyla kızak köpekleri olduğunu hatırlayın diyordu. Ne kadar doğru bir tespit olduğunu anladım. Şehirlerde apartman dairelerinde yaşamak, yazın sıcağına katlanmak zorunda olan, hemcinslerinin yaşadığı talihsizliği düşündüm. Bu arada çiftlik binasının içinde bizi gürül gürül yanan bir şömine, bol şekerli, bol alkollü, bir bardak sıcak böğürtlen şurubu ve üzerine böğürtlen reçeli sürülmüş kocaman bir dilim kızarmış ekmek bekliyordu ki , lezzetini anlatmaya kelimeler yetmez.

Çiftliktekiler ile karın çok fazla yağmaya başladığının muhabbetini yaparken, bana tam Lapland’lılar gibi bir gün yaşadığımızı söylediler. Normalde bu hava şartlarında turistlerin yola çıkmasına izin vermediklerini, ancak karın ve soğuğun beklenenden önce gelmesi nedeniyle, bizi de yarıda kesemediklerini anlattılar. Bu arada Saariselka’nın pek çok yerinde gördüğüm ‘sarı karları yemeyiniz’ tabelalarının gizemide bu safari sayesinde çözülmüş oldu. Koşarken köpekler su ihtiyaçlarını kar yiyerek sağlıyorlar ve aynı şekilde tuvalet ihtiyacı içinde bir ağaç köşesi aramıyorlar, arkalarında sarı bir iz bırakarak, koşarken yol üzerinde hallediyorlar. Dolayısıyla eğer bir gün siz de sarı karlara rastlarsanız, sakın olaki tadına bakmaya kalkmayın.

Hiç yorum yok: