25 Ağustos 2007 Cumartesi

Kuşadası

Geçtiğimiz günlerde gittiğim Kuşadası ve önümüzdeki haftasonu gideceğim Symi adası seyahatleri nedeni ile Tayland yazılarına bir süre ara vereceğim ama sonra Tayland uzun uzun devam edecek.

Kuşadası’nda sevgili arkadaşım Eser’in harika rehberliği sayesinde çok şey gördüm ve beraberce çok eğlendik ama, Kuşadası’nı sevdim diyemeyeceğim. Harika bir kıyı şeridinin, plansız programsız yapılaşma nedeni ile nasıl felaket bir yere dönüşebileceğini bu ülkede yeteri kadar görmedim diyorsanız, mutlaka görün. Ben Bodrum’u beğenmezken, orası Kuşadası’nın yanında adeta sütten çıkma ak kaşık kaldı. Geçmişinde öldürülen, yurtdışına kaçan ya da bol miktarda yargılanan Belediye Başkanları’nın bolluğu Kuşadası’nda yaratılan rantın büyüklüğünü açıklamaya yeterli sanırım.

Şehir merkezi hiç bir estetik kaygı güdülmeden yapılmış binalarla doldurulurken, yakın çevreyi ise adete binlerce tatil sitesi işgal etmiş. Ülkemizde bir yazlık eve sahip olmak olmazsa olmazlar arasındadır ama insanlar neden Kuşadası’nın pek çok yerinde örneklerini görebileceğiniz, karayoluna sıfır ve görebildiği tek manzara yolun karşı tarafındaki sitenin bakımsız evleri olan bir eve tatile gelmek ister ki? Sabah kalkıp balkona çıkınca, hemen önünden geçen yoğun trafiği dinlendirici bulan, egzoz kokusunu derin derin içine çekip ‘yaşasın tatil’ diyen, akşam üzeri bir bardak çay eşliğinde güneşi batırırken karşı sitenin çöp koyteynerleri arasına park edilmiş arabalarının manzarasında huzur bulabilen birileri var demek ki.

Kuşadası’nda hiç mi güzel şey yok? Tabi ki var, öncelikle de Dilek Yarımadası Milli Parkı. İçinde barındırdığı bitki ve hayvan türleri, yemyeşil ormanın hemen bitiminde başlayan muhteşem koyları ile kesinlikle bir hazine. 1966 yılında burayı milli park ilan eden ve sonraki dönemlerde de Özer Çiller’in şerrinden koruyanlardan Allah razı olsun. Geçen yaz Datça’da yaşanan bir orman yangınına birinci elden tanık olup, doğanın bir kıvılcım karşısındaki çaresizliğini izledikten sonra adet edindiğim üzere, kilometrelerce uzanan yemyeşil ormanın içinden geçerken elimde olmadan Allah korusun dedim ve kalbimden çıkardığım hayali bir nazar boncuğunu da bir ağacın dalına asmayı ihmal etmedim.


Kuşadası’nın en eski otellerinden Kısmet otel, şehre ve limana tepeden bakan özel konumu ile hala çok özel ve güzel. Bahçesindeki yemyeşil ağaçların altındaki koltuklarda geçirilecek bir akşamüzeri, Kuşadası’nın keyiflerinden biri. Yılancı Burnu’nda bir kaç ay önce açıldığı söylenen Elias restaurant da, hem yemekleri, hem de geceleyin şıkır şıkır parlayan şehri karşıdan seyretmek için oldukça hoş bir yer.

Kuşadası’nın en güzel saatleri ise gün batımları. Ailesi buralı olan arkadaşım Eser’in yıllardır geliştirdiği ritüeli bozmayarak, deniz kıyısında ki evinden her gün güneşi bir bardak cin tonik eşliğinde uğurladık. Bu saatlerde en çok Eser’in anlattığı, Kuşadası’nda sadece bir kaç evin olduğu, tüm çevresinin zeytinlikler ve meyva bahçeleri ile sarılı olduğu, çok güzel bir babaanne’nin at üzerinde bu zeytinlikler de gezdiği günleri anlattığı bambaşka bir zamana ait hikayeleri sevdim.

Hiç yorum yok: