Diyarbakır da iki kilise gördüm. Biri 1883 yılında terkedilmiş, diğeri ise küçücük cemaatine ve bir papazının yokluğuna rağmen hala yaşam şavaşı vermeye devam ediyor.
Surp Giragos Ermeni kilisesini, bize rehberlik eden çocuğun aman orada durmayın, aman burada durmayın, başınıza birşeyler düşebilir uyarıları arasında gezdik. Eskiden pek çok Diyarbakır evinde olduğu gibi toprak olan damı, kilise terkedildikten bir süre sonra çökmüş. Yüzyıl süresince de hırsızlar sanırım ne var ne yok her şeyi götürmüşler, aynı zamanda kilisenin bahçesinde yaşayan ailenin oğlu olan rehberimizin dediğine göre, daha bir kaç hafta önce yüksekçe bir duvarın üzerinde Ermenice yazıların oyulu olduğu bir taş parçası en son ortadan yok olanlardan. Ancak tüm yıkık döküklüğüne karşın, mavi gökyüzünden oluşan çatıya uzanan sütunları, kemerleri ve taş oymacılığının çok güzel örneklerini görebileceğiniz beş apsisi ile hala harika bir yapı.
Özdemir mahallesi, Yenikapı Caddesinde bulunan, Mor Petyun Keldani Kilisesi ise Diyarbakır ın halen aktif olan iki kilisesinden biri. 17. yüzyıla tarihlendirilen kilise, duvarlarında taşıdığı tüm eskiliğin izlerine karşın, naif resimleri, yapma çiçeklerle süslenmiş apsisleri, duvara asılmış ayin giysileri ile, adeta insanı sıcak bir ev ortamına davet eder gibi. Diğer kiliselerin düzeninden, simetrik soğukluğundan eser yok burada.
Keldaniler, Süryanilerle beraber MS 37 yılında Hristiyanlığı kabul eden ilk uluslardan biri. Hristiyanların kendi aralarında hesaplaştıkları 431 yılında ki 1. Efes Konsilin de Konstantinapolis Patriği Nestorius, Diofizit inancın ilk temel taşlarını oturtur, buna göre İsa ya kelam 30 yaşındayken inmiştir. O zamana kadar saf ve günahsız bir insan olan İsa Tanrılık vasfını kelamdan sonra edinerek, hem insan hemde Tanrı karakterinin her ikisinide taşır. Meryem ise Tanrı olan İsa nın değil, mesih İsa nın annesidir.
İsa nın Meryem den doğan tam bir insan ve tam bir Tanrı olduğu, ve bu özelliklerin birbirinden ayrılamayacağını kabul eden Roma ve Yunan Kiliseleri yani monofizitler, 1. Efes Konsilinin galibi olurlar, Nestorius görevden alınır. 449 yılındaki 2. Efes Konsilinde halen görüşlerinde ısrar edince bu kez afaroz edilir ve Nasturi adı verilen kendi kilisesini kurar.
1304 yılında Nasturilerin bazıları, Katolikliği benimser ve Papanın otoritesini kabul eder, bu kiliseye Keldani adı verilir. Patrikhanesi şu anda Bağdat ta bulunan Keldaniler İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Hindistan da yaşıyorlar. Diyarbakır daki küçük kilisenin cemaati ise sadece on aile. Kendi papazları olmadığı için ayda bir, Süryani Kilisesin den gelen bir papaz ile ayin yapabiliyorlar. Türkiyede yaklaşık 450 aileden oluşan bu küçük cemaat İstanbul da ise Tarlabaşın da eski bir Rum kilisesini, Keldani kilisesi olarak kullanıyormuş.
Bir ülkenin farklı dilleri, dinleri, inançları kapsayabilmesini çok büyük bir kültürel zenginlik olarak sayanlardanım. Ezici çoğunluğu Müslüman olan ülkemizde, küçücük cemaatlere yapılan saldırıları, cinayetleri, hiç bir şekil ve şartta anlayamayanlardanım. Demokrasisi şaibeli Suriye de bile, Hristiyanlar Paskalyalarını sokaklarda törenlerle rahatça kutlarken, topraklarında yaşayan farklı gruplara hoşgörüsü ile övündüğümüz Osmanlı İmparatorluğunun mirasçıları olarak, son dönemde bu hoşgörüyü nerede, nasıl yitirdiğimizi ise en çok merak edenlerden biriyim.
Umarım 100- 200 yıl sonrada Diyarbakır a giden biri, Mor Petyun Keldani Kilisesini yerinde bulur ve bezlere çizip duvarlara astıkları resimlerdeki sevincin keyfini çıkarabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder