İstanbul’da kimi yerlerin keyfini çalışmayı bıraktıktan sonra keşfetmeye başladım. Bunlardan biride Boğaz. Çalışırken ancak haftasonları, arabaların adeta milim milim ilerlediği bir trafik ve yoğun bir insan kalabalığı arasında biraz havasını solumaya çalışırdım, açıkcası çok da keyif almazdım.
Ancak şimdi hayatımın başka bir dönemindeyim ve hafta içi de tüm İstanbul benim. Dün sabah da Mustafa ile beraber, evde kendimize kocaman sandviçler hazırladık ve Emirgan’a kahvaltı etmeye gittik. Boğaz’da pek çok sayıda çay, kahve içebileceğiniz yer var ama Emirgan Çınarlı Cafe (niye Kahve diye yazmazlar ki!) bizim en sevdiklerimizden biri. Ama sakın sahile en yakın olan Çınaraltı Cafe ile karıştırmayın, Boğaz’a yakın olsa da, trafik gürültüsünü ve egzos kokusunu fazlaca alan bir yerdir orası. Çınarlı Cafe onun arkasında sokak içinde üçüncü sırada, çınar ağaçlarının gölgesi altında ki kahvedir.
Şu an da tadilat görmekte olduğu için cephesinin kimi kısımları eski püskü kocaman naylonlar ile örtülü, çirkin bir görüntü verse de, 1779-1780 yılları arasında Sultan 1. Abdülhamit’in yaptırdığı Hamid-i Evvel Cami’de Çınarlı Cafe’nin karşı komşusudur. Bir zamanlar kayıkla mermer merdivenlerine yanaşıldığını hayal etmekte biraz zorlanabileceğiniz camiyi Abdülhamit, erken yaşta ölen şehzadesi Mehmed ve annesi Hümaşah Hatun için yaptırmış.
Bana nedense mahallelinin kahvesi orası gibi gelir, diğer yerler sanki daha uzaklardan gelenleri ağırlar. Dün sabah ta biz çay ve sandviçlerimiz eşliğinde uzun bir gazete okuma maratonuna başladığımızda, yan masalarda ki komşularımızda yavaş yavaş kahvaltılıklarını masaya dizmeye başlamışlar, papyonu ve başında son derece şık hasır şapkası ile mahallenin muhtarı da belki günün ilk tavla oyununa başlamıştı.
Gazeteleri satır satır okunduk, çayları içtik, üzerine de kahveler geldi, bulmacalar çözüldü, yan masalar ile sohbet edildi ve bir de baktık ki artık öğle vakti olmuş, eve dönme zamanı gelmişti.
2 yorum:
Gerçekten ne tesadüf, sizin de Emirgana gidiyor olmanız. Bundan sonra her gidişimde size bakınacağım. Ancak nasıl tanıyabileceğimi bilemiyorum. Fotoğrafınız çok küçük-anlaşılmıyor. Siz geldiğinizde beni muhtar Baki beyin yazıhanesinde veya kahvede tavla oynarken bulabilirsiniz. Bir konuyu çok güzel dile getirmişsiniz, çok sevindim. Bunu ben de Rıfat beye söyledim, şuraya Frenkçe yazmayın diye. Ama oğlu Gökhan bu şekilde yazılırsa gençlerin daha çok geleceğini söylemesi üzerine askerlik dönüşü yeni brandalar takılırken cafe diye yazıldı. Yoksa eski adı Çınarlı Kahve idi. Sandviçlerinize hiç gerek yoktu, orada çok güzel yemek de çıkar. Bir gittiğinizde kurufasulyesini deneyin. Rıfat beyin annesinin memleketinden gelir fasulyeler, özeldir. Caminin tarihini çok güzel özetlemişsiniz. Bilirmisiniz geçen sene mayıs başında cami yangından zor kurtuldu? Nedeni halen bilnmez bir şekilde müştemilat bölümü yanmaya başladı. Baki beyin ve çevre sakinlerinin yardımıyla itfaiye yangının büyümesine izin vermedi ve bir faciadan kurtulundu. Şans dilekleriniz yerini buldu ve cuma günü Bakiyi mars ettin. Haftaya gittiğimde anlatacağım bu tesadüfü onlara. Hoşuma giden sizin de bir Cumhuriyet okuru olmanız. Size de bu yakışır. Bilgilisiniz, görgülüsünüz, çok yer gezmişsiniz. Ülkemizin içinde bulunduğu tehlikeyi tek vurgulayan Cumhuriyet oldu. Bugün Kınalıadadaki Ermeni dostumu ziyarete gideceğim. Agop bey benim 40 yıllık dostumdur ve adadanın en güzel evinde oturur, ailesinden kalmıştır. Adalara gidermisiniz? Tavsiye ederim. İyi bir pazar tatili dilerim.
Biz gittiğimizde yan masamızda Rıfat beyin annesi vardı, onunla uzun uzun sohbet ettik, yemeklerin güzel olduğunu o da söyledi, şimdi sizde teyid ediyorsunuz. O zaman demek ki bir dahaki sefere kuru fasulye yiyeceğiz. Adaları çok sevmeme rağmen istediğim sıklıkta gidemiyorum, arkadaşınız Agop beyle size keyifli bir ada günü dilerim.
Yorum Gönder