7 Mayıs 2007 Pazartesi

Semiha da yemek

Bu sıralar nedense hep yemek yazar oldum ama bu sefer yazacağım bir akşam yemeği daveti. Bundan sonra yine Güneydoğu Anadolu dan aklımda kalanlara devam.

Dün akşam Semiha evinde çok keyifli bir yemek verdi. Yemeğin teması Suriye, davetlilerin çoğunluğu ise Suriye gezginleri olunca, tabiki bol bol meze yedik. Ben ana yemeğe ve tatlılara kadar dayanamadım, mezelerden sonra gelen bamya çorbasından sonra pes ettim ama yediklerim arasında, sıcak sıcak toprak kap içinde sofraya getirilen, üzerinde yağda kırmızı biberle birlikte ateşte çevrilmiş fıstıkla servis yapılan humus, bence gecenin ikinci yıldızıydı.


Semiha geçen yıl uzun süren bir tadilat ile evini adeta yeniden inşa etti. Daha önce evin yerleşimi dolayısıyla sırtımızı neredeyse harika bir boğaz manzarasına dönerek oturmak zorunda kalırdık, şimdi ise arkadaşımın renk renk çiçeklerle bezediği balkondan, bence, dünyanın en güzel manzaralarından birini veren İstanbul un boğazına bakarak, şaraplarımızı yudumlamak, sohbet etmek, bir önceki gün seyahatten dönen Nilgün den, taze taze Peru haberleri dinlemek kesinlikle çok keyifliydi. Bu arada sevgili gezgin arkadaşlarım Aynur, Eda, Güneş, Gürel ve bir süredir göremediğim Berna ve Kemal ve yeni tanıştığım Fatoş, sizlerle beraber olmak çok hoştu, bu buluşmaları mutlaka yine tekrarlayalım.

Gecenin yıldızına ise ayrı bir paragraf ayırmak kesinlikle şart. Sudan dan gelen ve Türkçe bilmeyen aşçı rolünü uzun süre oynayan sevgili arkadaşımız Mahmut kendisini daha önceden tanımayanları Sudanlı olduğuna inandıracak kadar başarılıydı. Semiha nın evinin iç mimarı, dün akşam yediğimiz yemeklerin yaratıcısı ve şu ana kadar verdiğimiz partilerin en renkli katılımcısı, ellerine sağlık. Mahmut un benim verdiğim Yemen davetine elinde sepeti ve Arap kıyafeti ile Etiler e gelmesi ya da Nilgünde ki Küba yemeğinde, insanların daha kalın kıyafetlerle dolaştığı bir mevsimde Hawai şortu ve gömleğiyle, Migros a soda almaya gitmesi ise ayrı bir yazı konusu olacak kadar renkli konular. İyi ki varsın Mahmut!

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Sevgili Ayşegül, Artık Kapalıçarşı'daki Bedestan'larda tükenen mesleklerin lonca usülü bir hoş zevk oldu şu yazma işi. Sen de bunu gayet iyi yapıyorsun. Dostlukların vaka-i nüvisi ilan ettik seni. Her zaman yaz. Semiha'yı bir daha yazdığında da emin ol benden bahsetmeden tek kelime edemeyeceksin. Sevgiler,
İrfan

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Sevgili İrfan,
eminim önümüzdeki dönemde Semiha ve seni çok hoş şeyler bekliyor, tabi ki nacizane vaka-i nüvisiniz olarak hepsini büyük bir keyifle yazacağım. Hep mutlu olun, mutlu kalın. Sevgiler

Adsız dedi ki...

Damak zevki demiş atalarımız...Ancak bu zevk doymayı da kapsamakla bırlikte beslenmenin incelikleri ve marifetinide ifade eder.Elbette işin sosyal yönü de ön planda...YEMEK KÜLTÜRÜ doğanın ve insanın zenginliğiyle paralel gider.bİR ACI KAHVENİN kırk yıl hatırı varmış...Buradaki kahve MIRRA dır. Mırra arapça acı demektir.zamanımızda Türk kahvesi tabiri ise İstanbul aristokrat kültürünü ifade eder.ACI KAHVE halk kültürünün malıdır.Ben Adanalıyım ÇİYAYA DAGİTTİM.Bu kelime bizim mahalde süprüntü ve pisliği ifade eder.ÇALIŞANLARIN DA hal ve hareketleri yemek kültüründe n uzakta kalmakta.Ancak antebin ÇAĞDAŞ İMAM lokantası mahalli ifadeyle yüz ağartacak cinsten.Kaliteyi yakalamak ise hakkıyla Maraşın dondurmacı YAşarıdır.ORADA DA bu mantar vardır.Pazarda rastlamak mümkün.Tabiiki mevsiminde.Adıda DOLAMANDIR.yanlış söylenmesin.SAYGILARIMLA...yAŞAR SEFA